Ortalık kararmıştı, koskoca ormanda yalnızdım. Sonbahardaydık, hava serindi. Koşu ayakkabılarımla çıkmıştım evden, ama koşacak halim yoktu. Yerdeki yaprakların çıkardığı seslerden başka ne ses vardı ne de etrafta bir ışık. Annem burada olsa onun boynuna sarılıp saatlerce ağlayabilirdim. Özlemim olabildiğine büyük, umutlarım gecenin karanlığı gibi karanlıktı.
Tek sorunum annem olsaydı keşke, ölümü bu kadar içimi yakarken; Alpear’in beni terk edişi, ona bu kadar âşıkken gidişine anlam veremiyordum. Veda ederken söyledikleri unutulmayacak kadar acıydı, her zaman buluştuğumuz yerdeydik ve etraf olabildiğine üzgündü. Sağ tarafımda koca bir deniz, sol tarafımda koca şehir vardı, gözlerinin içine bakarken arkada çalan müzik ortama oldukça kötü bir hava katıyordu, hatırladığım kadarıyla şöyleydi;
“Goodbye my lover.
Goodbye my friend.
You have been the one.
You have been the one for me
I'm so hollow, baby, I'm so hollow.
I'm so, I'm so, I'm so hollow”
Her şey anlatıyordu ayrılığı, gözlerin acı acı bakıyordu gözlerime; darmadağın bir haldeydi, aynaya baktığını sanmıyorum, saçları karışmıştı ve ilk buluşmamızda giydiği t-shirt vardı, üstünde “P.S.I Love You” yazıyordu, evet bu söze bayılıyordum, doğum gününde aldığım atkıyı takmıştı, özel bir atkıydı o, her şey özenle seçilmişti. Son sözleri benzersizdi sanki
“Daisy’m Seni Seviyorum
Bana bir söz ver, bir tek damla gözyaşı bile dökmeyeceksin…
Seni hep seveceğim…
Beni hiç unutma, hiçbir zaman seni bırakmayacağım”
O anda da şimdi de sözümü tutamadım, gözyaşlarıma engel olamadım, hiçbir zaman. Ama onu hiç unutmadım, tam iki yıldır yüzünü hiç görmedim; giderken ayrılığı almamıştı bir kere ağzına, zeki olduğumu söylerdi hep anladığımı biliyordu. Beni öptü ve gitti, ağlıyordu, benim gibi. Elime bir kâğıt tutuşturmuştu. Yazan kelimeler küçük ama anlamlıydı;
“Seni Seviyorum Daisy’m”
Hıçkırıklarım yükseliyordu. Elimde kâğıt gidişine bakıyordum. Arkasından bağırdım, yapabileceğim tek şeydi. Gitmesi gerekmese gitmeyeceğini biliyordum, beni sevdiğine ve geri döneceğine emindim, ağzımdan bir tek bu kelimeler çıkabildi;
“Bende seni seviyorum, bende, bekleyeceğim…”
Onu unutmayacağımı biliyordum, evet, o da biliyordu. Etraf iyice kararmıştı artık gözyaşlarımı silip eve gitsem iyi olacaktı. Adımlarımı hızlandırmaya başladım. Aniden bir ses duydum o da neydi sağ tarafımdan hızla geçen bir şey, hiçbir insan o kadar hızlı olamazdı. Yüksek sesle bağırdım;
“ Kim var orda? ”
Evet, şimdi arkamdaydı hızına yetişemiyordum.
“ Hey, siz bir an önce ortaya çıkın.”
Aman tanrım gözlerime inanamıyordum. Yaklaşık üç metre olmalıydı, kocaman gözleri vardı. Burnu yoktu, ağzı ve dişleri kafasının yarısını kaplıyor olmalıydı ve arkasında kanatları vardı, dört tane parmağı vardı galiba, omzuma dokunuyordu. Kokusu, hastanelerin o iğrenç kokusu gibiydi, değişikti, yaralı gibiydi. Onu incelediğimi fark etmiş olmalıydı gözlerinde acı var gibiydi, bir an önce yapması gerekeni yapıp gitmek istiyordu, bu sırada boğuk sesini duydum;
-Daisy Cheers?
-Evet, benim bay… ?
-Worn
-Evet, Bay Worn
-Benimle gelmelisiniz
-Ne için?
-Ben bilmiyorum, yapmam gereken sizi götürmek, benimle gelin, güvendesiniz.
Pelerini açmıştı ve sanki oraya girmemi istiyordu, evet benden o pis koku kaynağına sarılmamı bekliyordu. İçimden, evet buna ihtiyacım var, dedim. Ve o saniye o pelerinin içine girdim, o yaratığı gören eminim çoktan kaçmıştı. İçimdeki cesarete kendim bile şaşırıyorum bazen.
Gözlerimi açtığımda ormanın başka bir yerinde olduğumuzu hissettim, sarıldığım andan sadece bir saniye geçmiş olmalıydı bu hız imkânsızdı, bilim de bile böyle bir hız yoktu ki eğer olsaydı ışınlanma diye bir şey olurdu. Ne diyordum ben, öyleydi işte ışınlanmıştım, kendimi bir film içinde hissettim böyle filmleri çok izlemiştim. Ama gerçekte olabileceğini hiç sanmıyordum. Kusmak üzereydim, yanımdaki yaratığa soru sormaya hazırlanırken, kafamı kaldırdım ve gözlerime inanamadım, bu gerçek olamazdı, gözyaşlarıma engel olamadım…
***
Mektup elimdeydi açmak istiyordum ama ellerim titriyordu, korkuyordum, üstünde; "Daisy'im" yazıyordu. Bunu o yazmıştı. Artık emindim; sevdiklerimi kaybetmeme neden olan tek şey büyüydü. Mektup mavi bir zarfın içerisindeydi, kokladığımda eskimiş kağıt kokuyordu fakat o kokunun içinde bile onu bulabilmiştim. Zarfı Bay Cloudy elleriyle vermişti ve gözlerime bakıp şöyle demişti;
"O böyle olmasını istedi" cevap verememiştim, kısa ve anlamlı bir kaç kelimeydi ve üzüldüğünü gözlerinin içinden anlayabilmiştim. Zarfı yavaşça açtım, bütün kelimeleri aynı anda okumak istiyordum. Şöyle diyordu;
"Daisy'im
Bu mektubu okuman gerektiği zaman okuyorsun, ne olduğunu, ne olduğumuzu biliyorsun. Çok zeki bir kızsın her şeyi çözeceğine eminim, elimde olmasa seni terk etmezdim bebeğim beni anladığını biliyorum, git ve öğren her şeyi, sen en iyisisin, seni seviyorum, her zaman seveceğim. Lütfen hayatım benim için yaşa, benim için mutlu ol...eğer özlersen beni ağlama, gül... Seni Seviyorum... Alpear."
Evet bunu yapacaktım onları elimden alan her neyse onu ben de sevdiklerinden alacaktım. Mektubu katlayıp zarfına koydum. Bavulumu alıp havalimanına doğru hızlı adımlar atmaya başladım. Yaşamak istiyordum ama sadece onun için yaşamak, onun için mutlu olmak...
***
Okulda ilk günümdü büyük ihtişamlı bir okuldu. Bir saat sonra dersim başlıyordu. Ama önce okulu gezip tanımam lazımdı. Az önce seçmen şapka bölümlerimizi seçti. Ben, Gryffindor olmuştu. Bu cesur kişilerin gittiği bölümdü galiba. Aslında hangi bölüme gittiğim umrumda değildi.
Bir ses bana doğru geliyordu, hızlıydı çok hızlı. Kafamı çevirdim ve bir Gryffindor öğrencisinin süpürgesinin üstünde bana doğru geldiğini gördüm. Bana çarpacaktı, nasıl bir uçuştu bu, üstüme geliyordu. Hareker edemedim öylece orada durmuş bana çarpmasını bekliyordum sanki, çok acıyacaktı. Herkes bu tarafa bakıyordu. Bir an her şeyi yavaşlattığımı hissettim hareketlerim çok hızlıydı ve benim tersime onlar çok yavaştı. Kaçmam gerekiyordu. Ve o an boğazımın alltında bir acı hissettim, büyük bir gürültüydü ve yere düşüyordum. Arkadan bağırma sesleri geliyordu ve bir ağırlık hissettim, çok değişik bir duyguydu, sanki hiç bir şey hissetmiyordum ama bir yandan da canım yanıyordu. Her şey normal hızına dönmüştü bir anda, nasıl yavaşlatabilmiştim bu kadar. Bir ses duydum, şükürler olsun en azından yaşıyordum. "Daisy Cheers" " Daisy Cheers" "Bayan Cheers beni duyuyor musunuz?"Bu bağırışmalara daha fazla dayanamayacaktım. Evet anlamında kafamı salladım.
"Şükürler olsun yaşıyorsunuz"
"Bay Grown, daha dikkatli olmalısınız"
"Özür dilerim efendim"
"Bayan Cheers ile ilgilenin lütfen, ben revirden profesörü çağıracağım"
Şimdi iyi hissediyordum. Bir el yüzümde geziniyordu ve boynuma dokundu, acı hissettim o an,
"Ahh"
"Özür dilerim, özür dilerim: acıtmak istememiştim."
"Sorun değil." Biraz süre geçmişti. Gözlerimi açtığımda revirdeydim ve boynumun altında sargılar vardı ama iğne yapmışlardı sanırım acımıyordu. O oradaydı bana çarpan Gryffindorlu, bir an gülümsediğimi hissettim, ne oluyordu bana onu yüzü çok sıcak gelmişti, çok tanıdık, elleri ellerimin üstünde geziniyordu ve gözlerime bakıp gülümsedi, .çok güzel gülümsüyordu.Anladığım kadarıyla uzun boyluydu, sarışındı, gözleri koyu bir tonda yeşildi, dudakları gülümsüyordu, gözleri de öyle. Yanağındaki gamzesi güzelliğini arttırıyordu. Ten rengi oldukça açıktı, saçları biraz uzundu ve sarıydı. Korkudan dudaklarını ısırmış olmalıydı. Kızarıklar vardı dudaklarında, gülümsedim bu sırada, güzel bakışları vardı, tıpkı tıpkı bir aşık gibi, gözlerimi gözlerinden kaçıramıyordum. Saatlerce orada ona bakabilirdim. Vücudu oldukça yapılıydı ve kasları vardı, karın ve kol kasları, bir erkek manken olabilecek bir vücuda sahipti, evet onu inceliyordum. Büyüleyici gülümsemesiyle yüzüme gülümsedi:
"Günaydın güzel bayan"
"Günaydın"
"Beni affedebilecek misiniz?"
"Unuttum bile"
"Harikasınız"
"Kızlara önce çarpıp sonra iltifat mı edersiniz?"
"Hayır, sadece en güzeline, ben John Grown"
"Bende Daisy Cheers, memnun oldum çok"
"Ben daha çok"
"Bay Growni hastamızı dinlenmesi için biraz yalnız bırakalım"
"Peki efendim şimdi çıkıyorum."
"Tekrar görüşeceğiz Daisy, değil mi?"
"Tabi ki şu saçma yerden çıkar çıkmaz"
"Bekleyeceğim"
Gülümsedi ve çıktı, gülümsemesi tüm acımı almıştı sanki şimdiden çıkmak istiyordum bile...
***
Hastanedeki son günümdü az sonra çıkıyordum. Neden bilmiyordum ama içimde bir boşluk vardı. Gözlerim birini arıyordu. O sırada kapıdan içeri girdi, evet, bu John'du. Yüzüme gülümsedi;
"Geçmiş olsun prenses"
"Teşekkürler"
"Çok özlettin kendini, beni güzelliğinden mahrum bırakma"
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum. Gülümsüyordu, bende gülümsüyordum. Galiba yarım saat geçmişti. Birbirimize bakıyor ve gülümsüyorduk. Dikkat çekmeye başlamıştık galiba: "Bayan Cheers, bayan Cheers", yüzümü çevirmem gerekiyordu. Çünkü onun çevirmeye niyeti yoktu.
"Evet efendim"
"Burada kalmayı düşünmüyorsunuz umarım"
"Tabi ki gideceğiz, John, gitmeliyiz"
Umrunda değil gibiydi, gözlerimden alamıyordu gözlerini, gülümsüyordu, sanırım derdi beni etkilemekti. Kolunu tuttum ve çektim, dışarı çıktık, normele dönmüş gibiydi.
"Daisy, biliyor musun harikasın"
"Teşekkürler, senin kadar olamam"
"Gerçekler"
"Artık gitmeliyim"
"Nereye, neden"
Gülümsemiyordu artık, sessizdi, cevabımı bekliyordu ve vereceğim cevaba bir neden bulmuştu bile.
"Bunu yapamam"
"Neyi?"
"Ben, sen olamayız."
"Neden Daisy, neden?"
"Ben başkasına aitim."
"O yok ama yok."
"Hayır var gelicek"
Ağlamaya başlamıştım. Küçük düştüğümün farkındaydım. Aslına bakılırsa umrumda değildi. Gözlerine baktım, o da ağlamak üzereydi.
"Üzgünüm John"
"Daisy ben"
Ellerimi dudaklarına götürdüm ve onu susturdum. Söyleyeceği kelimeler canımı yakacaktı biliyordum. Gitmem gerekiyordu. Ben Alpear'dan başkasının olamazdım, olmamalıydım, olmak istemiyordum. O dönecekti ve bende o dönene kadar bekleyecektim. Eğer mutlu olursam onunla mutlu olacaktım, sadece onunla. Başka birine aşık olamazdım. Çünkü sadece Alpear!ı seviyordum, gerçek aşk oydu. Kendimi kandırıyordum sanırım o beni bırakıp gitmişti ve John beni delicesine istiyordu, bunu anlamak o kadar zor değildi. Beni seviyordu madem neden gitmişti, üzülmeme neden engel olmamış yanımda kalmamıştı. O kadar zor muydu yanımda kalmak. Gözyaşlarımı sildim ve John'un gözlerine baktım, beni anlıyordu galiba, açıklama yapmam gerekiyordu ama konuşmak için iyi bir zaman değildi, yaklaştım ve yanağından öptüm, hiç bir şey söyleyemeyeceğimi biliyordu. Gözlerimin içine baktı:
"Daisy"
"John"
Arkama bakmadan koşmaya başladım, ayaklarım geri dön diyordu. Ama Alpear'ı o kadar çabuk unutamazdım. Bugün değildi, yapmam gereken sadece arkama bakmadan gitmekti....
***
Alacakaranlık gittikçe artıyordu. Güneş, aşağılarda uzanan ovadan tamamen çekilmişti. Yalnız arkamdaki büyük ormandan, ağaçların üstüne atılmış kırmızı bir cuha gibi rüzgala hafif hafif kımıldıyordu. Biraz sonra büsbütün kayboldu.Ve o anda her şey değişiverdi. Şimdiye kadar yaşayan, kımıldayan, ses çıkaran ova artık ölüydü ve beyaz ince bir sisle örtülmeye başlamıştı.Buna karşılık orman canlanıyordu. Sabahtan beri ancak mırıltıları duyabilen ağaçlar konuşuyor, bağırıyor, sallanıyor ve ellerini birbirine uzatıyordu. Yalnız ağaçlar değil, yerdeki otlar, kuru yapraklar, çalılar, ağaçların gövdesine sarılan sarmaşık suyundan bitkiler, hatta kahverengi mantarlarla koyu yeşil yosunlar bile canlanmıştı.
Bir tek yüreğim canlanmıyordu, hep ölüydü hep acı çekiyordu. Söküp çıkarabilseydim. Gözlerimi yanımda yanan ateşe çevirdim. Gözlerimden yanağıma doğru yuvarlanan tanecikler arasından baktım ateşe. Burada üşümek imkansız gibiydi ama arada yüreğim titriyordu, o an içindeki boşluğu hissediyordum. Sonra gözyaşlarımı silip sessizce oturmaya devam ettim. Yapabileceğim tek şey ağlamaktı, düşünmekti. O dönmediği sürece güneşim doğmayacaktıi ısınmayacaktı gözlerim gözlerini gözleyerek. Hep ağlayacaktı, hep ağlaycak.Gelen seslenden aniden yerimden zıpladım, kalbim hızla atmaya başladı ve gözyaşlarım bile korkudan gözlerimin içine kaçıyordu.
"İyi ki doğdun Daisy"
"İyi ki doğdun Daisy"
İnanılacak gibi değildi bugün benim doğum günümdü. Kendi doğum günümü bile unutmuştum. Gülmeye başladım bir an, bölümdeki bütün arkadaşlarım oradaydı en önce John elinde kocaman bir pastayla ana doğru geldi.
"İyi ki doğdun Daisy, o kadar düşünüyorsun ki onu, kendini bile unuttun. Sevinmelisin ki benim gibi bir sevenin var. İyi ki varsın Daisy, gel de seni bir öpeyim"
"Teşekkürler John ben ne diyeceğimi bilmiyorum, gerçekten sen bir harikasın, sana borcumu nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum"
"Ödeyeceğin bir yol vari bunu sende biliyorsun"
"Peki, düşüneceğim
"Yoo hayır düşünme, sadece istediğini yap, bir daha seni düşünceler ülkesine yollamaya niyetim yok."
"Peki, peki"
Çok mahcup olmuştum, ben onu üzmüştüm ama o buna rağmen beni düşünüp doğum günümü kutlamıştı ve Alpear'a rağmen hala beni istiyordu. Sanırım gerçekten ona borçlanmıştım. Arkadaşlarım tek tek yanıma gelip doğum günümü kutladılar, birçok hediye almıştım, insanların böyle arkadaşları olması harikaydı. Yüzlerce fotoğraf çekildik birlikte, tabi ki John hep yanımdaydı ve bana aldığı hediyeye bayıldım. Gümüş bir kolye almıştı ve ucunda ismimin anlamı olan bir papatya vardı. Papatyaları çok severdim, ömrümün sonuna kadar o hediyeyi saklayacaktım. O mükemmel bir insan. Karşşılık olarak yanağına bir öpücük kondurdum. Bu öpücük ona bir süre yeterdi galiba, pastayı kestik ve ayaklarımızın üstünde duramayana kadar dans ettik. Yatağıma kendimi atmak için zor tutuyordum. Odaya girdim ve üstümdekileri çıkartıp yatağa girecekken yatağımın üstünde bir mp3 gördüm,üstünde beni dinle yazıyordu. John'dan geldiğinden emindim, bir teklif olabilirdi ve kabul edebilirdim. Hemen açıp dinlemeye başladım.
"Doğum günün kutlu olsun Daisyi'm.Seni seviyorum...Bana söz verdib bir tek damla gözyaşı bile dökmeyeceksin, yaşa, mutlu ol, benim için...Seni hep seveceğim, beni hiç unutma.Seni hiç bırakmadım..."
Bu oydu, Alpear. Unutmamıştı, terk etmemişti, ölmemişti, yaşıyordu...Bana gittiği sahneyi yaşatmıştı, ağlıyordum, şu zamana kadar hiç bu kadar ağlamamıştım. O gün çalan şarkı çalıyordu.
“Goodbye my lover.
Goodbye my friend.
You have been the one.
You have been the one for me
I'm so hollow, baby, I'm so hollow.
I'm so, I'm so, I'm so hollow”
Bunu yapmaya ne hakkı vardı, neden bu kelimelerdi, neden gene bu şarkıydı. Yatağıma yattım ve sabaha kadar sürekli dinledim ve ağladım. Hem ağlıyor hem uyuyordum.
***
Bir sesle uyandım, benimm gibi herkes yatağından fırlamıştı. Bu John'du. "Daisy, duy beni, Daisy" Kalktım ve pencereden dışarı baktım. Ses yükseltme büyüsü yapmış bağırıyordu. Balkona çıktım ve gülümsedim. "John, ne yapıyorsun sen?" Bina görevlisi çoktan sesleri duymuş ve buraya gelmek için hazırlanıyordur. Bu kadar sesi duymamak imkansızdı.
"Daisy, seni seviyorum
Sana deli gibi aşığım
Kimse, hiç kimse umrumda değil
Lütfen benimle ol
Lütfen benim ol, "
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum. Herkes bana bakıp aralarında gülüşüyorlardı. Arkadaşlarım beni dürtüp "Kabul et Daisy çocuk sana deli gibi aşık, baksana bina görevlisini bile umursamıyor." Henüz cevap veremeden bina görevlisi geldi."John Grown, kendinize gelin, ne yapıyorsunuz?""Efendim ne yaptığımı bilmiyorum, aşığım."
Bina görevlisi bile John'un bu haline gülmüştü, ama bu hiç bir şeyi değitirmezdi, ceza alacaktı. Bina görevlisinin odasına doğru gitmeye başladılar. Ve bana bakarak eliyle kalbini gösterdi ve "senin için" dedi. Bu çocuk harikaydı, galiba ona aşık oluyordum.