“Doctor, doctor, something wrong with me;
Again and again, still the same boy hurtin me;
I open up, let him in, it's a torturer...
The sickest part is that I think I'm liking it...”
Şarkıyı biliyordu Jace. Adını nasıl iyi biliyorsa bu şarkıyı da o kadar iyi biliyordu. Bunu severdi, söylemeyi, dinlemeyi ve çalmayı… Piyanonun başına geçerdi ve bu şarkıyı çalardı, tekrar tekrar, hiç yorulmadan ve sıkılmadan. Ve şimdi şarkıyı söyleyen o değildi. Şarkıyı söyleyen ses bir ipek gibi kaygandı ve değerliydi. Şarkıyı o kadar içten söylüyordu ki sanki bunları gerçekten yaşamıştı. Ya gerçekten ona bunu yapıyorsam, ona işkence ediyorsam ve sürekli onu incitiyorsam? Bilemiyordu Jace ama şarkının kendisi için söylendiğinden emindi. Çünkü bunu söyleyen kız Jace’in sevdiğine inandığı kızdı; Candice… Onu düşünmek bile Jace’i heyecanlandırıyordu. Güneşin kızın sarı saçlarında nasıl parladığını görmek, dolgun ve yumuşak dudaklarını kendininkilerin üzerinde hissetmek ve onun pürüzsüz tenine dokunmak cennette olmak gibiydi Jace için. Hiç olmayacak bir şeyi yaşamaktı bu, çünkü Jace yapığı onca şeyden sonra kendisi için cennette bir yer olup olmadığından şüpheliydi. İnsanları öldürdüm, kadınları kulandım… Bunları yapmıştı, evet ama mecburdu… Ya da o öyle sanıyordu. Mecburdum! Beyninde konuşan şüpheli sesleri kızgın bir düşünceyle susturdu. O bunları yapmaya mecburdu en azından o insanları öldürmeye, ama kadınları kullanmak kısmı zevk içindi. Ve büyük ihtimalle Candice bunu biliyordu.
Kız hala şarkıyı söylüyordu ve aldatmayla ilgili kısma geldiğinde sesi hüzünlüydü, gerçek bir hüzündü bu ve Jace bunu neredeyse ellerinde hissedebiliyordu. Candice Jace’in onu aldattığını biliyordu. Kendisini en kötüsüne hazırlayarak müzik odasına girdi ve Candice’i gördüğünde kapıda duraksadı. Penceredeki hafif yansımasına baktığınızda kızın neredeyse ağlamak üzere olduğunu görmek kolaydı.
“Candice…” diye mırıldandı Jace. Kız başını hızla kapıya doğru çevirdi ve yakışıklı adamı izlemeye başladı. Gözleri dikkatli ve mesafeliydi. Bu mesafenin ardındaysa ağlamaya ve Jace’e sarılmaya hazır küçük bir kızın bakışı vardı. Jace yavaş adımlarla kızın yanına gitti ve kızın yanına oturmak için bir hamle yaptı. Kız bunu anladığında hızla divandan kalktı ve ellerini beline sararak pencereye yaslandı.
“Seni görmek güzel.” dedi Candice hüzün dolu bir sesle. Konuşurken titreyen sesi onun her şeyi bildiğinin bir kanıtıydı sanki. Jace ayağa kalkıp ona sımsıkı sarılmak istiyordu ama onu sakinleştirmeden yapacağı bu hamle kızı sonsuza dek kendisinden uzaklaştırırdı, bundan emindi. Bu nedenle bakışlarını kızın mükemmel vücudunda dolaştırdı. Üzerinde kırık beyaz, kısa bir elbise vardı ve kızın koyu kahve saçları ve krem rengi teniyle uyum içindeydi. Mavimsi gözlerinin çevresi siyah bir kalemle boyanmıştı ve dudaklarına gül rengi bir ruj sürülmüştü. Saçları dalgalıydı ve omuzlarından aşağıya dökülürken söz dinlemez bir şelaleyi hatırlatıyordu.
“Benden nefret ediyor olmalısın?” Jace’in sesi soğukkanlıydı ama bu soğukkanlılığın içinde gizlediği bir duygu vardı ve bunun ne olduğundan kendisi bile tam olarak emin değildi. Kız sözleri duyduğunda hazla ona çevirmişti bakışlarını. Dudakları bir yalanı söylemek için açılmıştı ama sonra hiçbir şey söylememişti. Jace onun kendisinden nefret etmek istediğini ama bunu yapamadığını biliyordu. Ve bundan nefret ediyordu. Candice ondan nefret etmeliydi ve sonra Jace onun peşinden koşup onu yine kendine aşık etmeliydi. Ama bunu yapamayacağını biliyordu, Candice dürüsttü ve verdiği her sözü tutar, söylediği her cümlenin arkasında dururdu.
“Sadece bunu yaptığına inanamıyorum; beni sevdiğini sanıyordum!” sesi çok yüksek değildi ama içi sitem ve üzüntü doluydu. Gözlerinde ise Jace’e olan aşkını belli eden parıltılar ve hissettiği kırgınlığı anlatan gözyaşları vardı. Jace ne yapacağını bilemiyordu. Ona âşığım, onu seviyorum. Bunu nasıl düşündüğünü bilmiyordu, Jace kimseye âşık olamazdı, olabilir miydi yoksa? Ne düşünüyorum ben! Bunu yapamam, ona onu sevdiğimi söylersem kendini bana kaptırır ve sonunda canını yakarım. Bu konuda emindi işte, o kimseye bağlanamazdı, kimsenin olamazdı. Yalnızca bedenlere sahip olurdu ve o bedenlere çektirdiği acıyı ruhlarına zevk olarak işlerdi. Sonra o ruhların kalplerini sökerdi ve bunu öyle bir soğukkanlılıkla yapardı ki o kalplerin sahipleri ondan buzdan prens diye bahsederdi. Ruhları acı içinde olsa da bedenleri Jace’i istemekle o kadar meşgul olurdu ki bunun farkına bile varmazlardı. Ama Candice onlar gibi değil. Ona sahip değilim ve olamam. Bir kadın değil o, küçücük bir kız. Benim olmaya hazır değil, ona çektireceğim acıya hazır değil.
Sessizce kıza baktı Jace ve deniz mavisi gözlerinin kızın gözyaşlarıyla dolu gözlerindeki hüznü sindirmesine izin verdi.
“Anlaşılan hiç sevmemişsin beni. Bir kez bile!” Kızın sesi gittikçe yükselmişti. Hissettiği üzüntü kendini öfke olarak gösteriyordu artık. Elleri titriyordu ve bileğindeki bileklik elinden kaymaya hazır görünüyordu. Bu bilekliği ona Jace hediye etmişti. Gümüştü ve ucunda elmastan yapılmış mükemmel bir kalp vardı. Bunu ona verirken söylediği sözleri hatırlıyordu; ‘Seni sevmeyi bırakacağım güne dek, bunu bileğinden asla çıkarma. Beni sevmeyi bıraktığında, bilekliği asla göremeyeceğin bir yere koy ve beni unut. Seni asla unutmayacağımı bilerek beni unut.’ Kız bunları duyduğunda bilekliği hızla takmıştı ve kendini Jace’in kaslı kollarının arasına bırakmıştı. O günler artık geçmişte kalmıştı.
“Bana doğruyu söyle, lütfen.” Candice sözlerinin cevabını biliyormuşçasına bilekliğini çıkarttığında Jace farkında olmadan elini açmıştı ve kız bilekliği ona attığında da bilekliği yakalayıp cebine koymuştu. Kızın gözündeki yaşlar yanağından akmaya başlamıştı bu sırada ve Jace o yaşları eliyle silmemek için kendini zor tutuyordu.
“Seni sevdim…” özellikle geçmiş zaman kullanmıştı, bu sayede Candice’in acı çekmeden kendisinden uzaklaşacağını umuyordu ama yanılmıştı. Kız Jace’e doğru birkaç adım attı.
“Beni sevmeyi yeniden dene, ne değişti ki?” sesi umut doluydu, umut, istek ve aşk… Jace kıza hiçbir şey değişmedi, hala seni seviyorum ama senin acı çekmene göz yumamam dememek için başka şeyler bulmaya çalıştı. Söyleyeceği şey her ne olursa olsun kıza bir kez acı verecekti, Jace bunu umuyordu.
“Sen bana istediklerimi veremezsin.” kız acımasız bir kahkaha attı. Jace kızın kastettiği şeyi anladığına emindi. Yüzünde anlayış dolu bir pırıltı ve arkasına gizlenmiş öfke vardı. Jace öne sürdüğü şeyin saçmalığının farkındaydı ama kızın tepkisini merak etmişti.
“Sorun bu mu yani? Tek istediğin bedenim mi? Senin olsun, sana her şeyimi vermeye hazırken ve sen bana bedenimi istediğini bir kez bile göstermezken, nasıl istediklerini yapabilirim? Bunu nasıl bir sorun olarak öne süresin?” sesinde inat ve büyük bir öfkenin izleri vardı. Yüzü kızarmıştı, sebebini düşünebiliyordu Jace, kız onu hayal ediyordu; Jace’in bedenini kendini bedeninin üzerinde düşünüyor ve dudaklarıyla ellerinin kendi vücudunda nasıl gezineceğini kuruyordu. Jace kıza bakan gözlerini kapattı. Söyleyecek mantıklı bir şeyin arayışına girmişti. Hiçbir şey bulamadı.
“Şu anda hayal ettiklerinin yarısı bile sana yapabileceklerimin tanımına uymaz.” Mükemmel(!), yaptığın en iyi şeyi yap, kızı baştan çıkar ve kendisini sana açsın. Beyninden geçen bu düşünce bir an için Jace’i duraklattı. Bunu Candice’e yapamazdı. “Tabii sen bunlar için fazla masumsun, masum ve genç…” söyledikleri kızın gözlerinde öfke, istek ve cesaret dolu bir ateşin yanmasına yardımcı olduğunda sözlerinin istediği etkinin tersini yaptığını fark etti. Bunun için kendine küfretti. Kızı istiyordu ama burada ve kız ona öfkeliyken değil. Kız bu kadar küçükken değil…
“Denemeden bilemezsin…” bunu söylerken Jace’e biraz daha yaklaşmıştı ve şimdi dudakları adamınkilere çok yakındı. Jace zevkle inledi, kızın ona bu kadar yakın olması birçok açıdan kendisi için iyiyken kız için kötüydü ama buna dayanamazdı. Yine de denedi, kıza direnmeyi denedi.
“Seni aldattım.” bu sözlerin kız üzerindeki etkisi hızlı ve parçalayıcıydı. Jace’in sesi ise sevgiden yoksun, soğuk ve uzak…
Jace ne olduğunu anlayamamıştı ama kızın dudakları kendi dudaklarının üzerindeydi şimdi. Jace uzaklaşmak istedi, çünkü kendini bir kere kaptırması kızın canının yanması demek olacaktı. Kızı kendinden uzaklaştırmak için kollarını kullanmaya yeltendi ve Candice onun ne yapmak istediğini anlamışçasına adamın kollarını yakaladı. Jace bakışlarını kızınkilere sabitledi ve onun gözlerindeki çaresizliği gördü. Buna dayanamayacaktı. Kızın ona öyle bakması kalbini acıtıyordu.
“Bunu yapmamalıyız. Kendimi durduramam…” Jace’in sesi ikna ediciydi ama kız bunu milyonlarca kez duymuştu ve artık adamın sözlerine kanmamayı biliyordu.
“Umurumda değil. Seni istiyorum, beni istiyorsun; bunu gözlerinde görüyorum.” kızın sesinde yüzündeki çaresizlik vardı, Jace bunun altında kızlı olan tutkuyu duyduğunda kızı kendine çekti. Kız büyüleyici bir gülümsemeyle baktı Jace’e. Kendini adamın kollarına bıraktı.
Jace kızı bir süre yavaşça öptü, çilek tadındaki dilinin ve yumuşak dudaklarının keyfini çıkardı. Ama kız onun kadar sabırlı değildi. Jace’in omzundaki eli sırtında ve ensesinde gezinmeye başladığında Jace ellerini kızın kollarına doladı ve onları kendi boynuna çıkardı. Kızın ellerini indirmeyeceğinden emin olduğunda kollarını kızın beline indirdi ve aralarındaki boşluğu kapatmak için Candice’i kendine yasladı. Kız keyifle kıkırdadı ve Jace bu sesin içinde kayboldu. Kız Jace’in dilinden sıkıldığını belli edercesine adamın dilini ısırdı ve Jace kanayan dilini hızla geri çekti. Bu kısa süreden yararlanan Candice ise kendi dilini Jace’in dudaklarında gezdirmeye başladı. Adamın zevkle titrediği ana dek bunu sürdürdü ve sonra onun boynunda olan ellerini adamın kalçalarının hemen üzerinde duran pantolonun kenarlarına indirdi. Jace dudaklarını kızdan ayırdı.
“Daha değil…” kızın kulağına fısıldadığı bu kelimelere kendisi bile inanmıyordu. Tam zamanıydı, şimdi kıza ihtiyacı vardı. İhtiyacı fazlaydı ve her saniye büyüyordu. Kendini tutmak için verdiği çaba ise gözle görülebiliyordu artık; Jace titriyordu ve açık sarı saçları şimdiden terden sırılsıklamdı. Kollarını kızın vücudundan çekti ve ışığı kapatmak için duvara doğru yürümeye başladı. Kapının yarı açık olduğunu gördüğünde durdu; birileri onları görmüş olabilirdi. Kafasını kapıdan çıkardı ve koridorda kimsenin olmadığını gördüğünde içeri girdi ve profesörün ona güvenerek verdiği anahtarla kapıyı kilitledi.
Profesör Ventur’un güvenini boşa çıkarmak istemezdi ama bu oda şu anda ona fazlasıyla gerekliydi. Anahtarın ona verilme sebebi müzik odasında uzun saatler boyunca piyano çalması ve bazen profesörlerden çok daha geç bir saatte odadan çıkmasıydı. Şu anda piyano çalmak onun için büyük bir avantaj sağlamıştı.
Candice divanda oturmuş Jace’i bekliyordu ve Jace ona yaklaşmak için kendini zor tutuyordu. Penceredeki yansıması gözüne takıldı bir an için. Saçları her zamankinden daha dağınıktı, gözleri daha koyu bir maviydi ve dudağı kızla olan öpüşmesinden dolayı kıpkırmızıydı. Vücudu her zamanki gibi mükemmeldi ve üzerinde siyah takım açık renk teni ile bir zıtlık oluşturuyor, Jace’i olduğundan daha mükemmel gösteriyordu. Pencereye yaklaştı ve perdeyi çektikten sonra kendisini zevkle izleyen kıza döndü. Bu çok uzun bir gece olacaktı.