Sessizliğin içinde kulakları sağır eden bir çığlıktı ilk duyduğum. Sirenleri andırıyordu, tıpkı siren sesi gibi kulakları sağır ederken bi yandan da beyni durduruyordu. Ardından büyük bir patlama sesi. Hemen ardından kafama düşen bir damla su . Kafamı kaldırıp yukarı bakıyorum ; ağlayan çocuklar. Ağlayan çocuk yüzleri.Birden yeniden çığlıklar başlıyor. Yaşlar çoğalıyor. Üzerime doğru gelen kocaman bir duman bulutu. Sanki üstüme tonlarca ağırlıkta bir yük düşmüş gibi içime bir sıkıntı giriyor. Tüm bedenimi ve ruhumu kaplıyor. Ardından etrafım dönmeye başlıyor. Yeniden farklı bir yer ; simsiyah hiçir şey görünmüyor. Biraz daha dikkatli bakmaya çalışıyorum.Yüzüme bir nefes çarpıyor.Ve bir anda karşımda şaçları kömür renginde keçe gibi olan küçücük bir kız. Elinde yerde sürüklenen kumaştan bir oyuncak bebek.Benim süslü , altın sarısı saçları olan , vücudunda tek bir kusur bulunmayan ve elimdeki tüm parayı savurdugum o barbie bebeklerden çok farklı bi bebek. Kızın yüzüne bakmaya korkuyorum.Ama kız konuşmaya başlıyor.Gözlerimi ondan kaçırıyorum ama..ama sesi gelmiyor kulağıma.Gözlerimi hafifçe ve ürkekçe ona çeviriyorum.Babasından azar işiten bir çocuk gibi bakıyordum ona.Dudakları oynuyordu ama ses çıkmıyordu.Birden görüntü yeniden kaybolmuştu , bir kül yığınına dönüşmüştü.Bu işkencenin bitmesini istiyordum artık. Ardından etrafım dönmeye başladı.Küller havada uçuşmaya başlamıştı.Bir döner kapı gibi dönüyordu etrafımda dünya.
Yumuşak bir sesle beraber kendime geldim.Annem burdaydı.Beni uyandırmaya gelmişti.Sakince gözlerimi açtım.Bedenim ter içindeydi.Annem ne oldu diye sormuştu fakat geçiştirmiştim.Ama aslında ikimizde gerçeği biliyorduk. Tam beş aydır gördüğüm kabuslara benziyordu bu da.O günden sonra.Kardeşimin öldüğü o günden sonra bu kabuslardan kurtulamıyordum.Profesyonel yardım almayı bir çok kez teklif etmiş olsalarda inatla reddediyordum.Hayır bu hayatın kendisiydi.Buna alışmalıydım.Ona olan özlemimi ondan bana kalan şeylerden en somutuyla gideriyordum.Minti'yle.Onun siyah saçları gibi simsiyah parlak tüyleri olan ve onun gibi yemyeşil her zaman parlak ve ağlıyacakmış gibi duran kedimle.Kedimizle.Annemin birkaç bana mırıltı gibi gelen konuşmasından sonra yataktan güçlükle kalktım.Derin bir nefes aldıktan sonra kendimi suyun altına bıraktım.
Okula gittiğimde içimde ayrı bir sıkıntı vardı.Tek düşünceleri erkekler ve para olan şımarık kızlar.Bi topun peişnde koşturmak dışında Hiçbir şeyden haberi olmayan ve küfürlü konuşmayı büyüklük sanan erkek çocukları.Bu saçmalık içimi sıkmaya başlamıştı.Bir yağmur gibi akmasını bekliyordum yaşlarımın.Ama bir yandan da tutuyordum kendimi.Çünkü ben güçlüydüm , değil mi ?Öğle tenefüsünde kütüphaneye koştum direk. Birkaç minik araştırmayla bu ay ki okul gazetesi tamamlanacaktı.Bu sırada geçen yıldan kalma bir dergi buldum.Tam onu yerine koyucakken üstünde büyük harflerle yazan “Kıyamet Bombası.”başlığını gördüm.Ve kapaktaki resmi.Hiroşima.O gün.Bu bombayı atanlar.Onlar merhamet duygusundan uzak insanlardı .Aslında bunun merhametlede alakası yoktu insanlıkla alakası vardı.Bu bir haktı.Yaşam hakkı.Annemin hergün işten dönerken getirdiği iki şekeri anımsadım bir anda .İki şeker , biri bana biri ona.Ben hemen o harika şekerlemeleri yerken o önce onu alır ve oyuncak beşiğine koyardı.Kimsenin bilmediğim bir zamanda yerdi.Peki şimdi ? Şimdi yiyebiliyor muydu ? Aklıma yeniden kabuslarım geldi.Ordaki görüntüler , yanık suratlar.Parçalanmış ve çatlaklar oluşmuş kan oturmuş et parçaları.İçler ürperticiydi . Her sabah uyandığımda kendimi bir korku filminden çıkmış gibi hissediyordum.”Tanrım neden ben ? Neden o küçük çocuklar ? “
yalvarırcasına her gece kabuslarımda inlerdim.Ama daha on üç yaşındayken aklıma kazınan o görüntü.
Bir kamp gezisinden yeni dönmüştüm.Ağustos ayıydı.Kardeşim arkadaşlarıyla sokakta oynuyordu.Ama bizim afacanlar her zaman ki gibi gene bizim sözümüzü dinlemeden uzaklaşmışlardı.Ve evet o feci gürültüden sonra koşarak evden çıkmıştım.Ellerim titriyordu.Nolduğunu anlamaya çalışan milyonlarca insanlar vardı etrafımda.Ve uzaktan gelen çığlıklar.Koşarak ilerledim.Sanki bir bilgisayar oyunu karakteri gibi bacaklarımı her defasında daha uzağa atmak için hafifçe zıplıyordum.Alana yaklaştıkça burnuma bir yanı kokusu ve gözlerime yakıcı bir duman gelmeye başaldı.İşte o an yerde yatan binlerce çocukla karşı karşıya kalmıştım.Hayır..Hayır.Olamazdı.Küçücük milyonlarca çocuk yerde kan içindeydi.Kiminin kolu kiminin bacakları kopmuş ve etrafa uçmuştu.Taze kan kokusu bayıltıcı derecede başımı döndürmeye başlamıştı.Gözlerimi dikkatsizce çocukların üzerinde gezdirmeye çalıştım.İçimden yalvarıyordum.Lütfen kardeşim burda olmasın,lütfen.Bir süre yürüdüm.Beyaz ayakkabılarım kararmış ve kırmızı kan lekeleriyle dolmuştu.Etraf bi anda bir sürü insanla dolmuştu.Ve gözüme bir bileklik çarpmıştı.Hareketsiz duran bil koldaki pembe minik taşlardan oluşmuş bir bileklik.Eli tutmak için eğildim.Hayır bu çok ağırdı . Eli kavradım buz gibiydi.Onu ürkekçe kavradım ve hafifçe çektim.Ama çok daha kötü Bir şey oldu.Elimde sadece kopmuş bir kol duruyordu.Bir ağacın kopmuş dalı gibi bir çocuğun kopmuş bir kolu.O an gözlerimden yaşlar boşalmaya başlamıştı.Yanımdaki bir kadın birden üstüme düştü.Hemen yana kaydım ve onu tuttum.Kadın bir çıngırağa çarpmıştı.Çıngırağın sesi beynimde yankılanmaya başladı.Kol hala elimdeydi.Ona bakamıyordum bile bakmaya çalıştığımda ise hiçbir şey hissetmiyordum.Gözlerime bir ağırlık çöktü.Yavaşça yere düşüyordum.Yer beni kolumdan tutup çekiyordu sanki.Bu sırada kolu hala elimde tutuyordum.Başımla kanlı zemin arasında beş santimetre mesefa kalmıştı ki tam o an yüzünü de görmüştüm.Kalan 5 santimetrelik mesafeyi bir saniyeden az bir sürede aştım ve istemsizce gözlerimin kapanmasına izin verdim.
Onlar Tanrı'nın unutulmuş çocuklarıydı.O günden sonra o sokaklarda ki kan kokusu silinmedi.Ve ben her gece ben uyurken kardeşimin gelip şarçalarımı okşadığını biliyorum.Yanık ve kanlı elleriyle benim yumuşak uzun kadifemsi saçlarımı okşuyor ve bana şarkılar mırıldanıyordu.Onu duyuyordum.O geceleri soğuk mezar taşının altında toprağın dibinde uyumuyor benim yanıma geliyordu.Evet o benimleydi.