Hayatı her zaman sinir bozucu bir derecede zordu. Çocukluğunda yanında sadece kardeşi vardı, kardeşine tapardı çünkü yalnız kaldığı her anda onun yanına gidebilir ve tüm sıkıntılarını anlatabilirdi. Ama aralarındaki yaş farkı ona anlatabileceklerini sınırlardı her zaman. Elbette bir çok yakın arkadaşı vardı ama hiçbiri aileden birinin yerini tutamazdı. Mesela şu anda çok üzgündü ve biriyle konuşmak zorundaydı. Buna mecburdu çünkü içine bir şeyleri attıkça eğlenceli ve çapkın Jace yerini herkese karşı ve herkesle mesafeli olan Jace’e bırakıyordu. Kiminle konuşabilirdi ki genç adam, Tub’da olanlardan sonra Derek ile uzun süre konuşamazdı, çünkü o biliyordu büyük ihtimalle. Aklına Derek’ten önce gelen kişiyle yani Blaise’e bu saatte haber ulaştırması biraz zor olabilirdi, bu tehlikeyi göze alamazdı. Derin bir nefes aldı ve yatağından yavaşça kalktı. Üzerine Celtics basket şortu ve siyah bir sweat geçirip spor ayakkabılarını giydi ve kendini dışarı attı. Amaçsızca Hogwarts’ın açık arazisinde dolanıyordu her zamanki gibi, kendisine selam verenlere aldırmadan ve yavaşça yürüyerek… Hafifçe esen rüzgar sıcak bir havayı beraberinde taşıyarak genç büyücünün yüzünü sıyırdı. Mavi gözlerini havaya kaldırdı ve bir süre gökyüzünü seyretti. Her zamanki gibi uçsuz bucaksız ve mükemmeldi.
Yürüyordu ama nereye gittiğini bilmiyordu. Adımları onu nereye götürürse oraya gidecekti, buna çoktan karar vermişti. Göl kenarına geldiğinde duraksadı; kuzenini görmüştü, canından çok sevdiği ama bunu dışa vurmaktan çekindiği için kendinden uzaklaştırdığı kuzeni Brenda’yı… Kız üzgün görünüyordu, düşünmeye ihtiyacı vardı sanki… Onu izlemeye başladı ve kız çimenliklere uzandığında gözünde çocukluğundan bir anı belirdi.
Babası Night ailesinin diğer üyelerinden gizli olarak kız kardeşleri ile hala görüşüyordu, bu sebeple bahçede kuzenlerinin yanındaydı sarışın çocuk. Kuzenlerini severdi aslında ama onlar kız kıza oyun oynamayı sevdikleri için kendisini hep dışlanmış hissederdi. Aslında o kendini dışlıyordu, oyunlarına katılmak isteğini dile getirememesinin yanı sıra kuzenleriyle pek konuşmuyordu bile. İşte bu yüzden şimdi iki kız gülerek eğlenirken Jace somurtuyordu. Bakışları sürekli kuzenlerinin üzerindeydi, oyunlarına katılmak istiyordu, henüz çok küçüktü yedi yaşlarında bir çocuktu. Gözleri Océ’nin gözlerine değdiğinde hemen bakışlarını kuzeninden uzaklaştırdı. Océ’nin bakışlarında alay ya da nefret vardı, bunu anlamak için fazla küçüktü çocuk ama gözleri Brenda’nınkilerle kesiştiğinde yüzüne hüzünlü bir gülümseme yerleşti; Brenda’nın gözlerinde hüzün vardı ve bu hüznün çocuk için olduğu çok belliydi.
Bir süre çalılıkların arasından kuzenini izledi ve sonra biraz kıpırdandı. Kız çevresinde kim var diye bakarken gizlendi ve onu izledi. Gözleri ışıklı parıldıyordu. Kuzeni tekrar önüne döndüğünde arkasına geçti. Brenda öyle bir yerde yatıyordu ki ayağa kalkmadığı sürece genç adamı göremezdi. Kuzenin ona kim olduğunu sorduğunda gülümsedi ve yavaşça yanına oturup gölü izlemeye başladı. Göl hafif dalgalıydı ve üzerine yansıyan ışınları mükemmel oyunlarla doğaya dağıtıyordu. Başını kuzenine çevirdi ve düşündüklerini ona anlatabilmeyi diledi. Bu imkansız değildi ama zordu, uzun yıllardır bir arkadaş olmayı bırakın doğru düzgün kuzen bile olamamışlardı ama Jace kıza bakarken onu özlediğini fark etti. Kalbinde bir acı vardı, bir eksiklik ve bu Brenda olmadan dolamazdı. “Canım sıkkın…” Kızın kendisini dinlediğini fark ettiğinde dudaklarına alaycı ama bir o kadarda çocuksu bir gülümseme yerleşti. “Kendimi çok yalnız hissediyorum, sanki… Sanki çevremdeki herkes yaşıyor ama ben bir ruhum. Kendimi ölü gibi hissediyorum.” Sesinde üzüntü vardı ve gözlerinde dürüst bir parıltı. Bakışlarını kuzeninden ayırdı ve dizlerini karnına çekip başını yaslayarak gölü izlemeye başladı tekrar.