“ Açma gözlerini. Ne yaparsan yap açma!” Kendi kendine söylenmek pek işe yaramıyordu anlaşılan, çünkü bu sözler aklından geçtiğinde göz kapakları itaatsizce aralandılar. Büyük bir çaba ile bakmamaya çalıştığı kişi artık, kaçınılmaz bir şekilde önünde duruyordu. Bir an gözlerini tekrar kapamaya yeltendi ancak dudaklarını sımsıkı birbirine bastırmış, tok sesli adam “Kalk ve 50 şınav çek! Hiçbir şekilde kaytarmak yok!” dedi. Ağzından çıkacak öfke dolu sözleri bastırarak, yattığı yerden kalktı. Üç gün önce yalınayak çıktığı dokuz kilometrelik dağ tırmanışı yüzünden, tabanlarını doğru düzgün yere basamıyordu. Tabanlarında bulunan, daha kabuk bağlamamış kesikler, her adımda canını yakıyordu. Ancak en ufak bir inleme çıkarsa dahi, ıslak bambu ile dövüleceğini bildiğinden gıkını çıkarmıyordu. Emredildiği üzere artık nasır tutmuş ellerinin üstüne çöktü. Bacaklarını yere paralel bir şekilde, arkaya uzattı ve şınav pozisyonunu aldı. Yeni uyanmış olmanın getirdiği mahmurluk ve son bir aydır, akla alınmaz egzersizlerin verdiği yorgunlukla şınav çekmeye başladı. “1, 2, 3, Nereden buraya geldim ki? 10, 11, 12. Başka eğitilecek yer mi yoktu?, 25, 26, 27. Sanırım, artık dayanamayacağım. 48, 49, 50.” Kol ve bacak kasları yanıyordu ve nefesi daralmıştı. Alnından süzülen ter damlaları yere düşerken kendini, sırt üstü yere attı. Çektiği acının, yüzünden anlaşılmaması için kalan bütün enerjisini kullandı ama nafile. Etrafındaki yaşlılık izleri yüzünden, küçücük görünen gözlerini üstüne diken tok sesli adam, göz açıp kapayana kadar asasını kaldırmış, Lydia’ya zihnefend uygulamaya başlamıştı. Aklından geçen, ve son bir aydır onları düşünerek hayata bağlı kaldığı anıları teker teker mahvediyordu. Bütün öfkesini tek bir noktada birleştiren Lydia, Usta’sını zihninden atabildi. Yüzünden, geçen gölge gibi bir gülümsemeyle, olduğu yerde oturan adam, kurduğu bağdaşı biraz gevşetti ve arkasına yaslandı. “Sonunda, bu işi ciddiye almaya başladın. Bugünkü sonucundan memnunum. Şimdi gidip, ilk kiraz çiçeği yaprağı yere değene kadar dinlenebilirsin.” Kaşları çatılmış bir halde, dizlerinin üzerine doğruldu. Adam dalga mı geçiyordu? Kiraz yaprakları düştü düşecekti zaten. En fazla yarın düşerdi, o da şansı yaver giderse. Ellerini kavuşturup selam verdi ve çalıştıkları yerden birkaç dakika uzaktaki kulübesine yürümeye başladı. Dinleneceği umuduyla vücudundaki ağrıları unutmuştu bile. İçeri girmeden, kapının yanındaki kuyudan bir kova su çekti. Ellerini, yüzünü ve göğsünü yıkayıp, biraz da içtikten sonra içeri girdi. Kulübede sadece bir şilte ve küçük bir yer masası vardı. Masanın üzerinde sabahtan kalma, içinde biraz pirinç olan bir kase ve boş bir bardak vardı. Pirince tenezzül etmeden çarşafı kırış kırış olan şilteye kendini büyük bir gürültüyle attı. Eğer evde olsaydı annesi ona kızabilirdi bile. Şiltenin uç kısmını bükerek, yükseltti ve kendisine yastık yaptı. Kafasını dayayıp bir süre gözlerini kapadı ve ardı ardına düşünceler beynine akmaya başladı. Öncelikle ailesine, buraya gönderildiği için çok kızgındı. Bazı büyücü ailelerinin , belli yetiştirme tarzları vardı. Lydia’ya göre en garibi kendi ailesininkiydi: Doğu’nun kadim sihirlerini öğrenmek ve sağlam bir kafa için, sağlam bir vücut geliştirmek. Herhalde buradaki insanlara göre, sağlam bir vücut geliştirebilmek için önce olan vücudu yok ediyorlardı. Bir aydır çekmediği acı kalmamıştı. Günde sadece iki öğün yemek yiyor, uyku ve diğer temel ihtiyaçları dışında kalan sürelerde aralıksız egzersiz yapıyordu. Yanlış bir şey yaptığında ıslak bambu çubuk ile dövülüyordu. Bir diğer ceza ise ustasının “Düello sadece sihirle olmaz, sağ kalabilmek için zeka, denge ve dayanıklılığa ihtiyacın var.” sözlerinden sonra geliyordu. Ustası, Lydia’yı arkasından dürterek, orta kalınlıkta ve gerçekten esnek bir bambu ağacının üzerine çıkartıyordu ve bu bambu ağacı, düşerse, iki gün boyunca ona işkenceden farksız acılar verecek dikenlerin üzerine yatırılmıştı. Ustasından gelen emir, burada iki saat boyunca volta atmasıydı. Azmi ve büyük ihtimalle de şansıyla bir kere bile o çukura düşmemişti ama kendisiyle eş zamanlı buraya gelen ve çukura düşen bir başka cadı, ortalığı birbirine katarak kendisini ailesine aldırtmıştı. Bunların psikopatça ve gereksiz olduğunu düşünse de, gitgide dayanıklı olduğunu ve zeka egzersizleriyle daha hızlı ve pratik düşünebildiğini inkar edemezdi. Zaten sadece bir haftası kalmıştı. Beş haftalık eğitimin sonunda, içinde her türlü isteğini bulabildiği malikanesine tekrar dönecekti. Bu düşünce aklına gelince, birden gözlerini açtı ve ustasının etrafta olup olmadığına baktı. Eğer adam onu bu düşünce ile yakalarsa en az bir ay daha burada tutar ve yapmadık şey bırakmazdı. Bu ufak heyecanı atlatıp, sırtını boşluğa verecek şekilde yan döndü. Biraz uyumak ve enerji toplamak istiyordu. Gözlerini kapatıp, ustasını bir düelloda yendiğini hayal etmeye başladı ve sonunu getiremeden derin bir uykuya daldı.
Şansı gerçekten yaver gitmiş olacaktı ki, kiraz yaprağı tamı tamına yirmi yedi saat sonra yere düştü. Bu sürenin on dört saatini uyuyarak geçirmişti ve hiç olmadığı kadar dinç hissediyordu kendini. Kalan zamanını isteseydi aylak aylak dolanarak geçirebilirdi ama o bir süre GO oynayıp, bir aydır öğrendiği büyüleri gözden geçirdi. Artık Petrificus Totalus’u içinden yapabiliyordu. Bir üst basamağa atlayıp, içinden Crucio yapmayı denedi. Normal olarak yetişkin büyücülerin bile çoğu beceremiyorken o da başaramadı. Ama yılmadı. Hatta kendisiyle iddialaşarak yirmisine geldiğinde bunu başaracağını söyledi. Kalan son saatlerini ise, ormandaki küçük bir derenin kenarına oturup, meditasyon yaparak geçirdi. Artık bir büyüyü yapabilmek için, en önemli şeyin, zihni odaklamak olduğunu biliyordu ve eve döndüğünde bile bu alıştırmalarına devam edecekti. Anlaşılan on dört saatlik uyku onu çok değiştirmişti. Uyumadan önce bunları psikopatça bulurken şimdi, gerekliliklerini fark etmiş ve içi, kabaran bir azimle dolmuştu. Başarılı ve yetenekli bir cadı olduğuna dair güveni kesinlikle artmıştı. Yaprağın düşmesiyle birlikte yanında beliren usta, Lydia daha gözünü bile açamadan yanına yerleşti. Önce artık mezun olabileceğini belirten bir kafa hareketi yaptı. Sonra “Lydia,” dedi ondan hiç beklenmeyen ve yumuşacık bir sesle ve Lydia’nın gözleri yuvalarından fırladı. “Artık gitmeye hazırsın evladım. Önceliklerini ve yaşam tarzını belirledin. Disiplin, artık diğer erdemlerine eklendi. Eve döndüğünde bir süre, normal davranamayabilirsin. Ama birkaç güne geçecektir. Ve o birkaç gün içerisinde, burayı unutmanı istiyorum senden. Aklında sadece öğrendiğin şeyler, sanki her zaman oradalarmış gibi kalmalı, bir usta zoruyla yaptırılan işler gibi değil. Yolun açık olsun.” Ustasından böyle bir konuşma beklemeyen Lydia gerçekten şaşırmıştı. Teşekkür etmesine fırsat kalmadan, cisimlendiğini hissetti. Gözlerini açtığında, tamamı kendi zevkiyle döşenmiş odasındaydı. Odasına göre çok uyumsuzdu, çünkü üstünde sadece paksıya ve şort vardı. Hemen kıyafetlerini değiştirdi ve özlediği pijamalarını giydi. O haliyle solana indiğinde beklenenden 4 gün önce eve dönen Lydia büyük bir coşkuyla karşılandı. Ailesi tarafından koltuğa zımbalandı ve onlara rapor vermek zorunda kaldı. Anlattığında bile yüzünü ekşiten anıların bazılarına babası atlayıp “Ah o yaşlı bunak, çok yardımını gördüm.” diyor ya da da annesi “Ustam bana da aynısını yaptırmıştı.” diye gülümsüyordu. Bütün büyücü dünyasında sadece birkaç büyücü ailesinin Doğu’nun kadim büyülerini öğrenmesi için seçildiğini biliyordu ama hepsinin de buna sadık kalacaklarını hiç düşünmemişti. Birkaç saat daha bu şekilde sohbet ettiler, birbirlerine gülümsediler ve sarıldılar. Artık akşam olup da odasına çekilme izni istediğinde, annesi ve babası her yönden yetenekli bir cadı yetiştirme fikriyle mest olmuşlardı. Kızları, birçok büyü, iksir ve ulu orta söylenmemesi gereken Kadim Sihir biliyordu. Vücudu hiç olmadığı kadar sağlıklı ve zihni de bir o kadar açıktı. Bunları düşünerek Lydia’ya gülümsediler ve odasına doğru çıkışını izlediler.
Yatağına uzanan Lydia, artık güçlü bir cadı, büyücü ve yetenekli bir kadın olduğunu düşünerek uykuya daldı.