Adımlarım düşüncelerime uymaya çalışıyor gibi hızlıydı. Belki de düşüncelerim adımlarıma uyuyordu. Hep aceleci davranmam, hayattan daha az zevk almamı sağlıyordu. Mutluluklarım, adımlarım gibi hızla gelip geçiyordu hayatımdan. Duygularım da, düşüncelerim de adımlarıma uyuyordu belli ki. Acılarım da hızlı geçiyordu bir yandan, ne kadar acım varsa artık... Acılarımın üzerinde fazla durmazdım. Hiç bile denilebilir, vefat eden yakınımın ardından yas tutmaya uğraşmazdım mesela, varsa intikam alınacak biri gider intikamımı alır ve sadece birkaç gün biraz daha düşünceli olurdum. Düşünürdüm kendi ölümümü, beni kimin öldüreceğini ya da nasıl öleceğimi, öldükten sonra ne ya da neler olacağını. Herkes gibi ihtişamlı bir şekilde ölmek istiyordum ben de, öldükten sonrada ardımda bir şeyler bırakabilmeyi... Birilerinin aklına silinmeyecek hatıralar bırakmayı istiyordum.
Kapının tokmağını çevirerek evime girdim, aile yadigârı orta boy evim; annemin, babamın, büyükanne ve büyükbabamın yaşadığı ev. Bu evde ölümü düşünmemek nasıl mümkün olabilirdi ki? Her bir odasında anne ve babamdan hatıralar, anılar vardı ve her birini gördükçe tekrar kendi ölümüme gidiyordu aklım. Kendi ölümümdü dert ettiğim şey, bugüne kadar çok kişinin canını almıştım ama hiç birinde dert etmemiştim ne olacağını. Onların yaşayacakları için neden dert etmeliydim ki zaten? Aynı, çektikleri acıdan acı çekmediğim gibi. Belki bir gün biri de bana yapardı aynısını ve ben ölürken, önüme geçip kendi ölümünü düşünürdü katilim. O zaman anlayacaktım neler yaptığımı… Ama şimdi ölümü düşünüp hayatı zindan etmek niyeydi? Zamanı gelince öğreneceğim nasıl olsa.
Mutfağın perdelerini açıp içeriye güneş ışığı girmesine yardımcı oldum. Sıcacık güneş ışınlarının tenime çarpması dokunma hissimi sanki tekrar açığa çıkarıyordu. Ahşap dolabı açtım en alt raftaki cam sürahiyi alıp, tezgâhın üzerine koydum. Portakal suyu, hayatımın hızla akması gibi akıyordu bardağın içine, şekilsiz, incelip kısalarak, hızla. Doluyordu bardak sonra, taşacaktı tamamen dolunca. Taşmaması için yeni bardak getirmek gerekirdi, hayata da yeni bir sayfa açmak. Geçmişte yaşadıklarından apayrı, tertemiz bir sayfa.
Sürahiyi yerine koyup bardağı eline aldım. Ağzına kadar dolu bardağı, her an taşmaya hazır, her an ölümün gelebileceği gibi. Pencereye doğru yürüdüm, dışarıda hava çok güzel gözüküyordu. En azından bir Şubat günü için güzel bir havaydı. Ama dışarıdan güzel gözüken şeyler aslında gözüktüğünden çok farklı oluyordu, genellikle. Londra’nın sokakları her günkü gibi hareketliydi. Herkesin kendi işi vardı, aceleyle gitmesi gereken bir toplantı, parti veya yemek. Kaldırımlarda karınca sürüsü gibi hareket ediyordu insanlar.
Aralarında duran biri vardı, siyah ceketinin kapüşonunu geçirmişti kafasına ve yüzü belli olmuyordu. Orta boylarda bir adamdı, kaldırım kenarında dikilmiş etrafa bakıyordu. Birini bekliyor gibiydi. Dikkatimi çekmişti bu adam. Arada bir köşelere bakıyor, gelip geçen arabalara dikkat ediyordu. Ama kafasıyla yavaşça birini takip etti. Karşı kaldırımda yürüyen başka bir kapüşonlu adam vardı. Birinci adamın tam karşısına geçip durdu, kafasıyla selam verir gibi bir hareket yapmıştı.
Ne olduysa ikinci adamın selamından sonra olmuştu. Birinci adam aniden bana bakmıştı. Gözleri alev gibi kırmızıydı ve hızla bu tarafa doğru geliyordu. Hızlı yürümesi ceketini havalandırmıştı ve bu, belindeki çomağı göstermişti. Diğer adam da o sırada belinden asasını çıkartarak arabalardan birine savurdu. Araba, hortum yemiş gibi geri uçtu. Havada taklalar atarak gürültüyle iki arkasındaki arabanın üzerine düştü. O sırada çıkan gürültü arabanın arabaya çarpması mıydı yoksa bağrışan kalabalık mıydı bilemiyorum. Belimden asayı kılıç çeker gibi çekmiştim, izlediğim filmlerden olsa gerek demirin demire sürtme sesi gibi bir ses duydum gibime geldi. Arabayı takip ederken birinci kapüşonlu adamı kaybetmiştim. İkincisi ise ortalığı kargaşaya vermiş bu tarafa doğru geliyordu. Kimdi bu adamlar ve ne istiyorlardı? Asayı elimde sımsıkı tutarak kapıya doğru koştum. Meyve suyu bardağının yere düşmesi ince sesler yığını çıkarmıştı. Tam kapının önündeydim ki dışarıdan bir bağırma duydum “Maxima!” Son anda son adımımı geriye alıp köşede durdum. Paramparça olan kapının yığınları koridoru mahvetmişti, uçuşan parçalardan biri lambaya, birkaçı duvardaki çerçevelere isabet ederek etrafa yeni cam kırıkları saçmıştı. Asamı adamın olması gereken yere doğrultarak “Sersemlet!” diye haykırdım. Hayatım gözlerimin önünden geçmeye başlamıştı, sadece ölmek üzereyken değil ölüme yaklaştığımı sandığımda da oluyordu bu. Küçüklüğüm, okulum, en sevdiğim öğretmen ve arkadaşlarım hepsini bir saniyede tekrar yaşamıştım. Duvarın arkasından tekrar ortaya çıkmıştı adam, kapüşonu arkaya düşmüş siyah kıvırcık saçları ortaya çıkmıştı. Sert ve emin bir bakışı vardı bu bakış beni daha da sinirlendirdi, eğer biri birilerini öldürecekse ki öyle gözüküyordu, bu ben olmalıydım.
“Crucio!” Bunlar kesinlikle iyi adamlar değillerdi ve kesinlikle birileri ölecekti bugün. Ölmem asıl şimdi düşünmem gereken şeydi ama vaktim yoktu çünkü ölümü düşünmek öldürecekti beni “Azeumai!” Bu adamların bakanlıktan olmadığı belliydi. Şuana kadar peşine sadece bakanlık adam takmıştı ama bu adamların stili farklıydı. Öldürmekten çekinmiyorlardı öncelikle ve yasak büyülere de aldırmadıkları belliydi. Tekrar haykırdım “Sersemlet!” büyüyü yollar yollamaz geri çekildim ama sesi kesilmişti adamın, birkaç saniye durduktan sonra yığılma sesi gelmişti. Kafamı hafifçe uzatıp baktım asası elinden düşmüştü, yerde ölü gibi yatıyordu, biraz önceki kendinden emin ifadesinden eser kalmamıştı şimdi suratında. Sinirli de bakamıyordu, ağzını yarım açmış kuzu gibi yatıyordu yerde. Şimdi onu düşünerek vakit kaybetme sırası değildi, yeni ayak sesleri duyuluyordu. İkinci kapüşonlu adam olmalıydı gelen, uzaktan arkadaşını görmüş olmalıydı ki durdu. Yavaş adımlarla yaklaştığını hissedebiliyordum. Şimdi sıra ondaydı onun da ölmesi gerekiyordu.
“Ned!”
Hogwarts’a başlamadan önce bir Muggle okulunda okutulmuştum, o zamanlar bilmiyordum insanların ikinci yüzlerini. İyiliksever bir çocuktum ve insanlara güvenirdim. Bir sınıf arkadaşım vardı hiç unutmadığım, en yakın arkadaşımdı. Çok fazla arkadaşım olmamıştı zaten okulda, her zaman bana büyük maceralar yaşamak istediğini anlatırdı. Bir çeteye katılmak ve güçlü olmak istediğini dile getirirdi her fırsatta. Geçenlerde haber almıştım, sadece hayallerini gerçekleştirdiğini söylemişti mektubunda ve en yakın zamanda görüşmek istediğini.
“Ned...”