"Asla sınırı geçme. Bazen gerçekler sınır dışında olsa bile."
1992,Ocak 14,New York:Yangın.
Yağmurlu bir gündü. Yağmurun sesini gözümü açmamış olmama rağmen duyabiliyordum. Rüzgar camıma vuruyordu. Sanki bana uyan demek ister gibiydi. Ben ise hala uyumaktan yanaydım. Küçük ellerimi soğuk havaya değdirmek istemiyordum. Yorganın altı oldukça sıcaktı ve bu vazgeçilmez bir şekilde bana zevk veriyordu. Bu zevke rağmen gözümü açtım. Odamın gri duvarlarındaki posterler bile sanki uyanmışçasına canlı görünüyordu. Sessizce kafamı kaldırdım ve sağımda duran çalar saate baktım. Aman Tanrım! Çalmasına saniyeler kalmıştı! Hemen kalkıp pillerini çıkarmalıydım. Hızlıca kalkıp arka kapağını söktüm ve pillerini çıkardık. Tam tekrar yatacaktım ki, kapıda duran birini fark ettim. Konuşuyordu,” Yakalandın ufaklık!” dedi bana. Olamaz, bu annemdi!
Her zamanki gibi, istemediğim bir yere gitmemek için yaptığım oyunlarımdan birini bozmuştu. Onun beni tanıması bazen hiç de hoş olmuyordu. Bu o aptal durumlardan biriydi.
“Ne yapıyorsun öyle?”
“Hmm. Şey sadece-“ dememe kalmadan sözümü kesti.
“Yine uyku numaranı yapacaktın, öyle değil mi? Ne yaparsan yap bu gün New York’u terk etmelisin. Yani… Babaanneni ziyaret etmen gerekiyor. Hadi çabuk giyin tatlım!” dedi ve ben bir söz söyleyemeden odamı terk etti. Sözlerinde ilgimi çeken bir yer vardı, New York’u terk etmelisin.
Üstümü giyindikten sonra kahvaltıya indim. Sandalyeye oturmadan annem bana uzun uzun sarıldı ve,” Sakın imkansıza inanma tatlım.” Dedi. Sanki bana veda ediyordu. Bu kafamı karıştırmıştı.Ne demek istemişti ki? İsteksizce kahvaltımı yaptıktan sonra odama gidip –Önemli- defterimi açtım. Bunun içine şu ana kadar neyi önemli buluyorsam yazmıştım ve annemin söylediklerine anlam veremesem de bana önemli gibi geliyordu. Unutmak… En nefret ettiğim şeydi. Unutmamak için de bu defter harikaydı!
***
Saatler geçmişti. Artık babaanneme doğru yola koyulacaktım. Tam dört koca valiz hazırlandı. Değerli eşyalarım, koleksiyonlarım, kalemler, kıyafetler… Neden bu kadar şeyin valizime konulduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sanki bir daha dönmeyecektim. Bugün için yaşadığım üçüncü gariplikti. Nasıl bir olayın içindeyim ben böyle!
***
Babaanneme geldiğimde beni büyük bir sürpriz bekliyordu. Babaannem bana evinde mavilerle dolu bir oda yapmıştı. Başta hoşuma gitmişti ama sonra işlerin iyice garipliğe battığının farkına vardım. Babaannem cimriydi. Özel bir durum olmadıkça para harcamaz, borç vermezdi ve ortada özel bir durum yoktu.
Odanın içi açık-koyu mavilerle doluydu. Duvarlar koyu maviydi. Camın kenarında duran yatağım açık mavi bir nevresimle örtülmüştü. Hemen yanında açık mavi bir çekmece vardı. Kabarık tüylü , koyu mavi bir halı ve koyu renkli bir dolap… Çalışma masası odadaki tek farklı renkte olan şeydi; beyazdı.
***
Anneannem gilde hiç iki günden fazla kalmamıştım bu iş gittikçe tuhaflaşıyordu. Anneannemle sohbet ederken birden kapı çaldı. Kapıda duran iki polisti ve anneanneme bir şeyler fıfıldadılar ve anneannem ağlamaya başladı
-Büyükanne n'oldu? dedim
-Anne öldü diye fısıldadı ve o anda hayatım yerle bir oldu. Annem ölmüştü buna dayanamazdım. O hayatımda en çok sevdiğim kişiydi. Yoo hayır buna dayanamazdım. Sinirimden ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. Anneannemin evini bir kaç metre öteisinde uçurum vardı. Oraya koştum. Ne yapacağımı bilemedim. Doğru şimdi hatırlamıştım. Bu gün haberlerde görmüştüm New York'ta bir deprem olmuştu. Evet kesinlikle annem o yüzden olmuştü. Tam bunları düşünürken ayağımın altındaki taş kaydı ve aşağıya yuvarlandım kendimi kaybederken ki son duyduğum şey annemin yumuşacık sesiydi...