Sessizlik ve karanlık el ele verip bir girdap gibi içlerine çekiyorlardı beni. Evet,ona gidiyordum, ilk sevgilime. Son derece zevk alarak kanını emdiğim sevgilime gidiyordum. Sonsuz hayatım boyunca yaptığım hiç bir eşy bu kadar zevk vermemişti bana. Neden mi? Çünkü ben ölümün sahibiyim. Dudağımın kenarında kuruyan kan lekesinden haberdar değildim o sırada. Yalnızca her yıl, aynı gün yaptığım şeyi yapacaktım. James'i ziyaret edip, onu öldürdüğüm anı düşünerek kahkahalara boğulacaktım yine. Bu keyif aklıma geldikçe adımlarımı hızlandırıyor, Knokturn'deki ıssız mezarlığa daha çok yaklaşıyordum. Beynimde yankılanan sesler umurumda değildi, tek düşündüğüm Tanrı'nın bana bahşettiği en büyük, en ihtişamlı, en özel şeydi; Ölüm.
Biraz da hızımdan olsa gerek kısa sürede mezarlığın girişinde buldum kendimi. Hafifçe atıştıran yağmur, isim ve ölüm tarihleriyle süslenmiş mezar taşlarını yıkıyordu. Etraftaki sessizliği duyabiliyordum. Onu hissediyor, hatta sessizliği yaşıyordum. Yavaş, zarif adımlarla ilerlemeye başladım. Mezarlık, bir çok bölüme ayrılmıştı. Bir çok ailenin özel bölümü vardı. Bir aileye mensup olmayan mezarların hepsi ise aynı bölümde toplanmıştı. Mezarlığın en uç taraflarında bulunan bir aile mezarına gitmem gerekiyordu. Bennett'larin Mezarlığı'na. Hedefime yaklaştıkça keyifleniyor, çikolata ile ödüllendirilecek bir çocuk gibi hissediyordum. Heyecan ve sabırsızlığımın sonunda ani bir şekilde durdum. Gözlerim, bir mezar taşına kilitlenmişti. "James Dean Bennett" Dudaklarım yavaşça aralandı ve beyaz dişlerim karanlıkta parladı. Yüzümde beliren tebessüm anlatılamayacak kadar coşkulu, ve asildi. Mavi gözlerim ışıldıyordu. İstediğim şey karşımdaydı işte. Karşımda, bir ölü vardı. Bedenini zevkle fethettiğim bir ölü... Mezar taşında eski sevgilimin adını görünce bana yaptıklarından sonra hak ettiği en hafif sonun bu olduğunu düşünüyordum hala. Mezarlığın kenarına oturdum ve kızıl toprağa bakmaya başladım. Coşkuluydum çünkü istediğim herşeye sahiptim. Başkalarının acı çektiğini görmek hoşuma gidiyordu. Ölüm onlara en çok acı veren şeydi ve ben ölümü yönetiyordum. Kafam tüm bu düşüncelerle dolmuşken Sessizlik bir anda bozuldu.
"Merhaba, iyi misiniz acaba? Solgun görünüyorsunuz... Ben Eleina. Peki siz kimsiniz?"
'Peki siz kimsiniz?' Bu soruyu soran herkesi öldürmüştüm. Bir istisna yoktu. Bunu soran herkes işte bu mezarlıkta yatıyordu artık. Gözlerimi kızıl topraktan ayırmadan derin soluklar aldım ard arda. Yüzümdeki tebessüm bir anda yok olmuştu. İfadesiz, anlamsız bakıyordu artık gözlerim. Bana seslenen kızı öldürmek hakkında bir tereddüt yaşamıştım. Üstelik bu ilk kez oluyordu bana. Daha önce tereddütsüz boğazlarına yapıştığım kişiler gözümün önüne geldi. Ama bu kız farklıydı sanki. Bir belirsizlik vardı içimde ona dair. Kararım kesindi bir kaç saniye sonra. Onunla konuşacaktım. Yavaşça oturduğum mezardan kalktım ve ifadesiz bir şekilde kıza yürümeye başladım. Kızıl, lüle lüle saçları vardı. Her ne kadar saf ve iyilik dolu gözükse de göründüğü gibi olmadığını seziyordum. Boğazımı temizledim ve konuşmaya başladım.
"Ah, evet iyiyim. Korkmuş görünüyorsun, küçük hanım. Bir sorun mu var?"
Kadife sesim Mezarlık'ın ıssız sessizliğinde yankılanmıştı. Mavi gözlerimde bir ifade yaratmaya çalışarak kıza bakmaya devam ettim. Solgundu. Kim olduğumu bilmesi, çok şey bilmesi demekti. Benim ne olduğumu anlamadığını umarak kendimi ona karşı soğutmaya çalışacaktım. Evet, plan buydu. Bana yakın olmaması gerekiyordu. Yutkundum ve cevabını bekledim.
Kızın gözlerindeki kararlılık içimi ürpertmişti. Kim olduğumu öğrenmeye yemin etmişti. Benim ne olduğumu, gerçek kimliğimi bilmesi, çok şey bilmesi anlamına gelirdi ve işte o zaman, damarlarında akan kan benim için bir besin haline gelirdi. Korkuyordu. Aşırı gelişmiş hislerim onun iliklerine işleyen heyecan, korku ve telaşı taşıyordu bana.
"Ah, iyiyim. Teşekkürler. Yalnızca kendinizi tanıtmayıp, kaçamak bir cevap verişiniz beni kuşkuya düşürüyor. Bu defa cevap vereceğinizi umarak, dudağınızın kenarındaki kan lekesinin nereden geldiğini sorabilir miyim?"
Dudağımın kenarına sızan, lezzetli ve şehvet verici kandan haberdar değildim elbette. Bu büyük bir risk olurdu benim için. Bir başkasının beni kanı yalarken görmesi. Elbette ki küçük kızın sözlerinden sonra, kuru ve az da olsa dudağımdaki kanı yalama ihtiyacı hissettim. Mezarlığa gelmeden ölümle tanıştırdığım bir adamın kanıydı o. Oldukça leziz, taze ve tutkuluydu. Genç adamın arzuladığım kanına sahip olmuş olsamda karşımdaki kızı yok etme düşüncesi -her nedense- beni tedirgin etmeye başlamıştı.O şüpheleniyordu. Vampir olduğumu anlaması beni tamamen tanıdığı anlamına gelmezdi. Ben yalnızca bir vampirden ibaret değildim. Tek, özel ve mükemmeliyetçi biriydim ben. Ölümün sahibi, kanın aziz tüketicisiydim. Tabii ki henüz okul çağındaki bir kızın bunları bilmesine, hatta tahmin etmesine bile olanak yoktu. Kimliğimi yalnızca bir kaç saniye sonra canını alacağım kişilerle paylaşırdım ben. O ise yaşamı hakkında tedirginliğe düştüğüm tek şahıstı.
Kan... Kızın ağzından bu sözcük çıkar çıkmaz gözlerim donuklaştı, bedenim katılaştı. Beynim zonkluyordu. Kafamın içinde duyduğum sesler ölümcül derecede rahatsız ediyordu beni. Küçük kızın duyamayağı bir şekilde mırıldandım. "Şimdi olmaz, hayır!.."Kızın solgun yüzü meraklı bakışlar fırlatıyordu bana. Bir cevap beklediğini biliyordum ancak kilitlenmiştim. Gereksiz yere aldığım seri soluklar onu şaşırtmış olmalıydı. Kanın lezzeti aklıma yerleştikçe titremem artıyordu. Susamıştım. Ama kendime söz verdim. Her kim olduğunu anlamadan onu öldürmeyecektim.
"Ah, evet. Kusura bakma tatlım. Ben Aphrodite. Memnun oldum. Bak, gerçekten solgun görünüyorsun, iyi olduğunu emin misin tatlım?"
Soluk soluğa konuşmam sonlara doğru normale dönmüştü. Küçük kızı sandığının aksine inandıracak ve çekip gidecektim. Önemli işlerim vardı. Vakit kaybetmem tehlikeliydi. Bir an önce onu kendimden uzaklaştırmalıydım...
Kuşkulu gözlerle bana bakmayı sürdürüyordu kız. Rüzgar, yağmur damlalarını saçlarındaki kızıl lülelere savuruyordu. Giderek hızlanan yağmur ikimizi de sırılsıklam yapmıştı. Sağ elimi kaldırıp gözüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına aldım. O ise kaçamak yanıtlarımı göz ardı ederek, kuşku dolu gözlerle beni süzüyordu. Duyduğum adım seslerini bahane etmeyi amaçlayarak bir saniye için arkamı dönüp dudağımın kenarındaki kanı yaladım. Ağzım sulanmıştı. Gözlerimi küçük kızdan kaçırarak mezar taşına döndüm yine. Şimdiye kadar tattığım hiç bir kan, James'in kanı kadar leziz değildi. Vücudumdaki boşluğu hissettim o an. İyice susamıştım. Keskin bakışlarımı Eleina'ya çevirdim ve aralanan dudaklarını dikkatle izledim.
"Bakın, aile mezarlığımızda sizin gibi esrarengiz ve yabancı birilerini görmek hoşuma gitmiyor. Bu nedenle, lütfen kim olduğunuzu söy-.."
Hızlı bir hamleyle atardamarına yapıştım. Boğazımdan geçen kan tüylerimi ürpertiyor, bana anlatılamaz bir zevk yaşatıyordu. Yaklaşık 15 dakika kadar sürdü damarlarında akan tüm kanı bitirmem. Elimle dudaklarımı sildim. Bir dahaki avımla böyle kuşku dolu anlar yaşamak istemediğimi biliyordum çünkü. Bir an için kızın güzel, yeşil gözleri aklıma geldi ve sessizliğin kol gezdirdiği mezarlıkta kocaman bir kahkaha patlattım. Yankılanan gülüşüm kulaklarımda çınlamıştı...