Üzerine kırmızı cübbesini giymiş, yağan kar yüzünden kapşonunu kapamıştı. Atıyla hızla seyir ettiği için gözleri sulanmış, önünü göremez olmuştu. Arkasından minik bir ejder:
“Raistlin! Beni bekle! Genç bir ejder değilim artık, bunu biliyorsun!” Diye bağırıyordu.
Raistlin atının dizginlerini tuttu ve onu yavaşlattı. Fırsattan istifade gözlerini sildi ve ejderi Cyan’a döndü.
“Acelemiz olduğunu biliyorsun Cyan, o çocuğa bir an evvel ulaşmalıyız.” Diye çıkıştı. O sırada ejder geldi ve omzuna kondu. Üzerindeki karı silkeledi ve;
“Bunun farkındayım ama benim yarı yolda kalp krizinden ölmemi mi istiyorsun?” Dedi. Raistlin derin bir iç çekti ve derin bir sessizlikle düşüncelere daldı. Sadece atın kar üzerinde çıkardığı sesi ve ejderinin kanat geriş seslerini duyuyordu. Bir anda Cyan:
“EVET GELDİK!” diye haykırdı. Bir an için ödü kopan Raistlin düşüncelerinden çıktı ve gözlerini hoşnutsuzca devirdi. Açıklığa çıktıklarında etrafı sessizlik içinde inceledi. Etrafta pek bir şey yoktu. Sık bir orman ve minik bir köy evi. Aklından: “Kim burda yaşamak isterki?” Dedi. O sırada ejderi Cyan havalanmış, havada sevincinden bir şeyler söyleniyordu. Duymamazlıktan geldi ve atından indi. Yavaşça köy evine doğru yürümeye başladı. Yürürken evi hafifçe süzdü. Basit dikdörtgen biçimli bir evdi. Çatısı yıpranmış muhtemelen yağmur yağdında akıtıyordu. Kapısı güzel ahşaptan yapılmıştı ama zamanla yıpranmıştı. Gözleri pencerelere gittiğinde aradığı kişiyi buldu. Yaşlı bir kadın camdan dışarı gözlerini kısarak bakıyordu. Aklından: “Muhtemelen gözleri görmüyordur.” Diye düşündü. Evi süzmeyi bıraktı ve kapıya odaklandı. Neredeyse oradaydı, az bir yol daha kat ettikten sonra elini kapıya vurmak için kaldırdı. Tam kapıya vurucakken kapı açıldı ve yaşlı kadın belirdi. Sakince elini indirip içeri girdi. Kadın tatlı bir gülümsemeyle:
“Hoş geldiniz bayım.” Dedi. Raistlin o sırada kapşonunu kaldırdı ve arkaya attı. Kadına döndü ve;
“Hoş bulduk madam. Çocuğu almaya gelmiştim.” Dedi. Kadın Raistlin’i süzmeye başladı. Raistlin orta yaşlı bir büyücüydü. Saçları nedensiz yere beyazlamıştı. Fiziği ve yüzü iyiydi. Altın renkli derin gözlere sahipti, bir insan baktığında gözlerini gözlerinden alamıyordu. Yüzünde ruhsuz, soğuk bir ifade vardı. Hisleri yokmuş gibi gözüküyordu. Raistlin sabırızlanmıştı, kollarını bağladı ve;
“Bebeği getirmiyecekmisiniz?” Dedi. Kadın kendine geldi ve;
“Ö-özür dilerim.” Dedi. Hemen arka bölmeye koştu. Fırsattan faydalanan Raistlin evi incelemeye koyuldu. Kapının yanında bir askılık vardı. Evin sol köşesinde ufak, kendini bile zor ısıtan soba vardı. Gözlerini biraz daha dolandırdı ve bir tane uzun koltuk gördü. Odada sadece genişçe bir pencere vardı. Aklından: “Tipik bir köy evi...” Diye geçirdi. Kadının koşuşturan ayak seslerini duyduğunda hemen kadının geldiği yöne baktı. Kadın aceleyle arka bölmeden elinde kundakta olan iki bebekle geldi ve;
“İşte bebekler bayım.” Dedi ve bebekleri uzattı. Raistlin bebekleri inceledi. Bebekler üşütmesinler diye sıkı sıkıya sarılmışlardı. İkizlerdi. Tam kafasını kaldırıp kadına bir şey sorucakken kundakların üzeinde olan gümüş yazılar gözüne ilişti. Bebeklerden birinin kundağının üzerinde; “Phil” diğerinin üzerinde ise;“Patrick” yazıyordu. Eli hemen Patricke gitti. Çocuğu kucağına aldı ve kapıya doğru döndü. O sırada kadın öksürdü ve;
“Bu bebeğide almıyacakmısınız bayım?” Diye sordu. Raistlin arkasını dönmeden;
“Hayır.” Dedi. Kadının gözleri faltaşı gibi açıldı ve kekelemeye başladı;
“A-a-ama efendim, ben bu çocuğa nasıl bakarım?”. Raistlin:
“O benim problemim değil madam.” Dedi. Kapıyı açıp dışarı çıktı. Kadın dona kalmıştı, söyliyecek söz bulamıyordu. Raistlin, yavaşça kapıyı kapadı ve kapşonunu kafasına geçirdi. Atına doğru yürümeye başladı. Yarı yolda ejderi Cyan geldi ve alaycı bir tonla;
“Sonunda bebeği alabildin! Bir an için o muggle seni öldürdü zannettim.” Dedi. Raistlin kızgın gözlerle Cyan’a baktı ve gözlerini kıstı. Cyan homurdandı ve Raistlin’in omzunda yerini aldı. Raistlin yavaşça bebeği eyere yerleştirdi ve atın üzerine çıktı. Eyere oturduktan sonra bebeği rahat edicek bir şekilde yerleştirdi. Atını çevirdi ve geldiği patikaya döndü. Atını yavaşça sürerek kalesinin yolunu tuttu.
Ve işte Patrick’in hikayesi böyle başladı...
Patrick zamanla büyüdü. Amcası Raistlin ona daha 5 yaşında büyüler öğretmeye başladı. Zamanının çoğunu odasında ya büyülerine çalışarak yada Cyan’ın oğlu olan genç ejder Akriloth ile oyun oynayarak geçiriyordu. Hayatından memnundu. Amcası ona elinden geldiğince bakıyordu. 8 yaşında amcası: “Bir büyücünün ruhu, büyünün potası içinde eritilir ve şekillendirilir. Bunu asla unutma yeğenim.” Demişti, inanmamıştı. Ama zamanla fark ettiki dediği şey doğruydu ve kişiliğini çoğunlukla öğrendiği büyüler belirliyordu. Zamanla amcası daha üst seviye büyüler öğretmeye başladı. 10 yaşında orta seviye bir büyücü düzeyindeydi. Zaman geldi çattı ve amcası Raistlin, Patrick’i 11 yaşında bir büyücü okuluna yazdırdı. Patrick buna bozulmuştu çünkü amcası gayet iyi bir şekilde ona büyüleri öğretiyordu. Ayrıca okuldada tanıdığı kimse yoktu. Sadece o ve ejderi Akriloth vardı. Genelde öğrenciler onu dışlıyordu, bu yüzdende kendi zamanının çoğunu odasında kitaplarını inceleyerek geçiriyordu. Derslerinde gayet başarılıydı. Çoğu zaman dersler ona sıkıcı geliyordu çünkü bütün herşeyi daha önceden amcası ona öğretmişti. Zaman geçti ve amcasının öldüğünün haberini aldı. Bunun üzerine kişiliği iyice bozuldu ve kendini diğer gençlerden ayrı tuttu. Kimseyle konuşmadı. Sadece o, büyüleri ve ejderi vardı...
Ama daha sonra bir mucize gerçekleşti ve öncekisindende daha cana yakın bir insan haline geldi. 5. Sınıfa geldiğinde okula yeni gelmiş bir kıza aşık oldu. Kızın adı Hayley’di. Oda 5. Sınıfa giden gayet becerikli bir büyücüydü. Annesi bir safkan, babası ise bir muggledı. Kahverenkli bir saça ve göze sahipti. Yarı asyalı çok güzel bir kızdı. Fiziği güzeldi. Patrick kızı ne zaman görse dili tutuluyor, kekeliyordu. Bir süre platonik aşk sürdürdükten sonra onunla arkadaş olmaya karar verdi ve bunu başardı. Kızla arkadaş olduktan sonra bir anda etrafındaki insanlar artmıştı. Çoğu kişi onu sevmeye başlamıştı, ama onun aklı hep sevdiği kızdaydı. Gün geldi çattı ve Hayley’e duygularını açıkladı. Kızında ona karşı bir şey hissetiğini öğrendiğinde sevincinden havalara uçtu. Artık zamanının çoğunu Hayley’le beraber geçirmeye başlamıştı. İkisi aynı dersleri alıyor, hatta ve hatta aynı odada kalıyordu.
İkiside okulu bu şekilde iyi bir derece ile bitirdiler. Diagon Alley’de bir ev tuttular ve orda yaşamaya başladılar. Yeteneklerinden dolayı Patrick özel bir dedektif oldu, sevgilisi ile ona işlerinde yardım etti. Beraber bir sürü suçluyu yakalamış, cinayeti çözmüşlerdi. Ünleri yavaşça büyücüler arasında yayılmıştı. 20 yaşında evlendiler. Mutlu bir çiftlerdi ve her şey güzel gidiyordu. Küçük bir evleri ve ofisleri olmuştu. Taaki Hayley’in ölümüne kadar...
Hayley’nin ölümünden sonra Patrick değişti. Yeniden içine kapandı ve soğuk bir insan oldu. Karısının ölme nedeni ise göya o evde değilken evde bir patlama olmuş ve canından çok sevdiği karısı ölmüştü. Ama o buna inanmıyordu. Bir kaç seherbazla iş birliği yaptı ve bunun üzerinde çalıştı. Kanıtlar besbelli gösteriyordu ki ev bir büyü ile patlatılmıştı. Patrick bunun peşine düştü ve kanıtlar onu ölüm yiyenlere götürdü. Ölüm yiyenlerde yeni bir Karanlık lord’a... birden bu Lord’a nasıl ulaşacağını düşünürken ikiz kardeşi Phil onu buldu. Onun ilk başta ikiz kardeşi olduğuna inanmamıştı ama nerdeyse her şeyiyle bir birlerine benziyorlardı. Zamanla onu kabullendi ve onun yardımıyla karanlık lord’u takip etti ve bütün deliller onu ünlü bir büyücülük okuluna götürüyordu... Hogwarts’a. Karanlık lord’un yerini bulduktan sonra karısının öcünü alıcağına yemin etti. Hogwarts’a gitmek için ikiziyle bir plan hazırladı ve onu uygulamaya koyuldu. Bu plan onları karanlık tarafa geçmeye zorluyordu ve bunu yaptılarda...