Ad/Soyad: Vivien Luz
Ek karakterleriniz varsa isimlerini ve mesleklerini yazınız: Androméda V. Manguera, Sihirli Oyunlar ve Sporlar Dairesi Başkanı
Karakterinizin Yaşı: 23
Nerenin Şifacısı
(St. Mungo/Hogwarts): Hogwarts
Örnek RP:
—Lanet olsun!
Çok titizdi. Fakat arada bazı kazalar olabilirdi elbette. Ama bu ortaya çıkardığı eserin güzelliğine gölge düşüremezdi. Saatler süren çalışmasından sonra eserini incelemeye başladı. Gülümsüyordu. Bu gerçekten harika olmuştu. Aşkının yansımasıydı bu. Duygularını dışa vurabildiği tek yol. Fakat işi hala bitmemişti. Ona bakan bir çift yalvaran göze hayranlıkla baktı. Bal rengi. O gözlerin içinde kayboluyordu adeta. Ona bu gözler birçok şeyi hatırlatıyordu.
—Beni sevdiğini biliyorum sevgilim. Ben de seni seviyorum.
Tellerle ellerinden tavana asılmış, zayıf ama güzel vücutlu bu erkeğe her bakışı hayranlık doluydu. Ve üzerinde çizdiği her çizgiye.
— Bunlar sana çok yakıştı…
Diyordu fakat kurban cevap veremiyordu. Ağzı zımbalanmıştı. Dayanacak gücü kalmamışçasına yalvaran gözlerle bakıyordu ona. Ağzı ve dudakları kan içindeydi. Tekrar siyah gözlerini ona dikip dudaklarına baktı. Bir daha asla öpemeyecekti o güzel dudakları. Gözleri doldu. Ama dudaklarındaki tebessüm hala gitmemişti.
—Özür dilerim aşkım. Seni seviyorum.
Kurbanının gövdesinde, kollarında bacaklarında hemen her yerinde yarıklar vardı. Henüz içindeki kanın boşalmadığı yarıklar. Ona yavaşça veda etmek istemiyordu. Bu daha çok acı verecekti ona. Kısa ve acısız olmalıydı. En azından kısa…
Vakit gelmişti. Üzerini kapattığı yaraları teker teker açma sırası gelmişti artık. Cılız ışıklarla odaya loş ışık yayan mumlara doğru yöneldi. İçlerinden bir tanesini aldı ve tekrar hedefine yöneldi. İlk önce sırtından başladı elbette. Balın parıltısı altına gizlenmiş kan birazdan dışarı hücum edecekti. Mumu yaklaştırdı ve kutsal töreninin başlangıç darbesini indirmeye hazırlandı. Ölümcül darbeyi… Kurban kapanmak üzere olan gözlerle onu süzdü. Söylenecek bir şey kalmamıştı zaten. Artık ona ifadesizce bakıyordu. Boş bakışlar. O ise ayinine devam ediyordu. İşi bittiğinde damarlardan dışarıya hücum eden koyu renk kanı hayranlıkla izledi. Ama bu manzaranın hemen bitmesi onu biraz da olsa üzüyordu. Saatler süren emeğin sonunda sadece sayılı dakikalar… Artık ayini sona ermişti. Aşkına veda etmemişti aslında. Onun aşkı kandı ve ona kavuşmuştu sonunda… Cansız olan beden onun için bir anlam ifade etmeyecek kadar değersizdi. Oysa o damarların içindeki kan için ne kadar çok beklemişti. Ölünün göğsünden artık damlalar halinde sızan kanın tadına baktı.
— Hım… Biraz şekerli… Ve yavan...
Diye huzursuzca mırıldandı Nerissa. Oysa bu kutsal kanın daha lezzetli olmasını umuyordu. Soğuk gözleriyle etrafına baktı. Etraf kan gölü olmuştu adeta… Yüzüne fışkıran kanı saymıyordu bile. Elinin tersiyle yüzüne fışkıran kanı sildi. Aslında tamamen titiz davranırdı. Ama bu sefer biraz heyecan olmuştu herhalde.Kendini fazla kaptırmıştı.Birden nefes almakta güçlük çektiğini fark etti.Kulübenin çürümüş ahşap kenarlı penceresini zorlanarak ta olsa açmayı başardı.Dışarıda her şey bambaşkaydı. Yağmurdan sonraki o harika toprak kokusunu içeri çekti. Tekrar gerçek hayata dönmeye başlamıştı bile. Demin olanları ise zorlukla hatırlıyordu.Ve o kan da onu terk ediyordu artık…Artık yalnızca o vardı.Tek başına olmaya mahkumdu… onun hayatı buydu. Kan ise gelip geçici…Pencereyi açık bırakıp tekrar işine döndü. Yere büyük plastik bir tabaka koydu. Kenarda duran ahşap alçak tabureyi cesedin yakınına doğru çekti ve taburenin üstüne çıktı. Elindeki penseyle cesedi tavana bağlayan tel demetini teker teker kesmeye başladı. Adeta hipnotize olmuş gibiydi. Hareketleri yavaş, telaşsız ve düzenliydi. Sanki bunların hepsini defalarca yapmış gibi… Sonunda et ve kemik yığınından ibaret, artık yaşamayan organizma büyük bir gürültüyle plakanın üstüne düştü. Yüzünde hiçbir ifadeden eser yoktu. Zaten bembeyaz olan teni soğudukça daha da korkutucu bir hal alıyordu. Ama onun pek de korktuğu söylemezdi.
Artık yaşamayan bir varlık onun için bir anlam ifade etmiyordu. Ona bir eşyadan bile daha değersiz tavırlarla yaklaşıyordu; öyle duygusuz bakıyordu ona. Çünkü artık damarlarında dolaşan bir sıvı yoktu…Kulübenin eskimiş kapısını bir ayak tekmesiyle açtı. Üzerinde cesedin bulunduğu plakayı zorlanarak da olsa dışarı çekmeye başladı. Plakayı çektikçe arkasında kandan bir yol oluşuyordu. Sonunda yumuşak toprağa adımını atabildi. Kazdığı küçük çukurun üstünü açtı. Ve kulübenin yan kapısını açıp içeride bulunan kuru odunlardan bir kucak dolusu getirip çukura koydu. Daha sonra cesedi odunların üstüne ayaklarıyla ittirdi. Cesedin üzerine bir kucak dolusu kurumuş yaprakları koydu. Sonra biraz daha çalı… Elindeki kibrit kutusundaki kibritlerden çıkardı, hepsini teker teker yakıp birazdan büyük bir ateşe dönüşecek olan odun yığınına attı.Dakikalarca ateşin canlanmasını izledi. Turuncu alevler halinde yükselen ateş siyah gözlerine yansıyordu. Ateşten çıkan koyu renkli duman etrafa kötü kokular yayıyordu. Fakat burada ondan başka kimse yoktu.Tekrar içeri gidip üzerinde eski oymaların bulunduğu koyu renkli dolabı açtı. Açılan kapak sessizliğin içinde tiz bir çığlık atarcasına gıcırdadı. Sesi tüm odayı doldurdu. Dolabın içinde deterjan reklamlarında görebileceğiniz her türlü temizlik maddesi mevcuttu.Kenarda bulunan büyük kovanın içine pas tutmuş musluktan su doldurdu. Suyun içine dolaptan beyaz bir sıvı koyup dolabı tekrar kapattı. Köpüklü sıvıyı yere boşaltıp yeri büyük fırçayla temizledi. Kalan suları kapının dışına etti. Kırmızımsı sıvı toprakla karıştı. Bu işlemi birkaç kez tekrarladı daha sonra elinde ıslak bir bez ile duvarda bulunan lekeleri ve dokunduğu her yeri sildi. Bu temizlik 1 saat kadar devam etti.Biraz önce olan olayla ilgili hiçbir eser yoktu. Bakışlarını kapının dışına çevirdi. Artık alev cılızca yanıyordu. Ve geriye kalan ise küllerdi. İçeride daha küçük bir odaya açılan girişten girdi. Burası karanlıktı. Büyük bir çantanın içinde bulunan kıyafetlerini çıkardı.Botlarından üzerinde bulunan is kokusu sinmiş kıyafetlerinden seri bir hareketle kurtuldu. Kusursuz vücudunun yumuşak kıvrımları yere bir gölge olarak yansıyordu.Altına siyah dar bir kot pantolon giydi. Ayağında da yanında getirdiği botlar vardı. Üzerine dar siyah bir tişört giymişti. Üzerine de siyah kısa montunu giydi. Özensizce topladığı saçlarını tokadan kurtardı ve füme renkli beresini taktı. bu bere keskin ve güzel yüz hatlarını ortaya çıkarmıştı. Naylon botlarını kenara koydu. Kıyafetlerini çantasına tıktı ve çantasıyla odadan çıktı. Etrafı kontrol etti. Eski eşyaların hepsi kusursuz bir düzen içindeydi. Kulübenin kapısını kapatıp devasa büyüklükteki kilidi kapıya taktı. Artık sönmüş olan ateşin yanına yaklaştı. Dakikalarca külleri seyretti daha sonra çantasından minik metal bir kutu çıkardı. Eğilip sıcak küllerden bu kutuya doldurdu.Kulübenin yan kapısını açıp içeride bulunan su dolu kovayı aldı ve küllerin üzerine döktü. Buradaki kapıyı da kilitledikten sonra küllerin üzerini yapraklarla örttü ve yavaş adımlarla arkasına bile bakmadan dar patika boyunca yürümeye koyuldu.Kısa bir yürüyüşün ardından gizli bir köşeye park edilmiş Porche Carrera’sıne yaklaştı. Gizli bir yere park edilmiş olsa bile araba fark edilmeyecek gibi değildi. Ama endişe etmiyordu çünkü burada sadece o vardı. Kurşuni renkteki arabasına seri bir hareketle atlayıp yola çıktı. Yol bomboştu. Ama o yalnızlığı seviyordu. Gülümsedi ve gazı kökleyip saniyeler içinde gözden kayboldu.