Karanlık usulca eşlik ederken geceye en derin acılar su yüzüne çıkmak için fırsat kolluyordu. Johanna kendine bile itiraf edemediği yaşanmışlığın yüküyle ağırlaşan vücudunu yataktan kaldırdı. Garip bir şekilde kendini mutlu hissediyordu. Bunu yanında yatmakta olan erkeğe borçluydu. Valentinus’a doğru uzandı ve kollarıyla çıplak vücudunu sarmaladı. Valentinus uykulu bir tebessümle Johanna’ya baktı. Son üç günden beri birbirlerine hiç olmadıkları kadar yakındılar. Bundan o kadar mutlu olmuşlardı ki bunun bedelini düşünmüyorlardı bile. Gülen gözlerle birbirlerine sarıldılar. Johanna dudaklarını Valentinus’a yaklaştırdı. Onun nefesini hissetmek öyle müthiş bir duyguydu ki her seferinde kalbi yerinden fırlayacakmış gibi oluyordu. Dudaklarını uzatarak yavaşça onu öptü. Ellerini Valentinus’un saçlarında gezdirirken tek istediği bu anın sonsuza dek sürmesiydi.
Dudakları birbirinden ayrıldığında ikisi de bunun sarhoşluğu içindeydi. Johanna yeniden kafasını Valentinus’un göğsüne yasladı. Onunla olmak harika bir duyguydu. Her şeye rağmen yaşadıklarının hepsine değerdi bu.
Yataktan yavaşça kalkıp banyoya gitti. Bir duş çok iyi gelecekti. Çeşmeyi açıp soğuk suyun altına girdiğinde üzerindeki ağırlığın her zerresinin suyla beraber akıp gitmesini istiyordu. Vücuduna düşen ilk damlayla beraber zaman yavaşlamıştı sanki. Her damlayı hissedebiliyordu artık. Gözlerini kapayıp kendini suya teslim etti. Her saniye kendini daha da hafiflemiş hissediyordu.
Beyaz pamuklu kazağıyla kot pantolonunu üzerine geçirince merdivenlerden aşağı indi. Valentinus ortalarda görünmüyordu. Garip bir şekilde Johanna’nın kalbine bir ağırlık çöktü. Bu ağırlık kendini çok berbat hissetmesine yol açıyordu.
“Valentinus? Nerdesin aşkım?”
Cevap gelmiyordu. Belki de duymamıştır diye düşündü ama içten içe bunu bir yalan olduğunu biliyordu. Korkuyla odaları dolaştı. Hepsi bomboştu. En sonunda bahçeye geldi. Titreyen ellerle buz gibi tokmağa dokundu. Kalbi deli gibi atıyordu. Heyecandan midesine bir ağrı saplanmıştı. Bu anın bir an önce bitmesi için yalvarıyordu. Kapıyı açtığında Valentinus’un onu gülümseyerek karşılayacağını hayal etti. Neden bu kadar korkuyordu ki ne olabilirdi. Peki, neden kapıyı açmaktan böylesine korkuyordu? Derin bir nefes alarak cesaretini topladı. Kapıyı ittirerek araladı. Sanki ne göreceğini biliyor gibiydi. Korkudan güçlükle nefes alıyordu. Karşısında gördüğü adam neredeyse bayılmasına neden olacaktı. Birden vücudunda korkunç bir acı hissetti. Hareket edemiyordu ama bilincini kaybetmemişti. O sırada tam karşısında yerde kanlar içinde yatan Valentinus’u gördü. Hareket edememesine sebep olan adam iğrenç bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“Bunun için miydi Valentinus? Bu küçük sürtük için mi öleceksin?”
“Çek ellerini onun üzerinden.”
“Biliyor musun Valentinus seni hiç sevmemiştim. Küçük bir çocukken aramıza ilk katıldığın günden beri iğrendim senden. Ve şimdi seni öldürmeden önce bütün yılların intikamını almama izin ver.”
Adam koca parmaklarıyla Johanna’nın yüzünü kavradı. İğrenç dudakları Johanna’nın yüzüne değerken bu adam çok uzun zaman önceki bir şeyi hatırlattı Johanna’ya. O adamı hatırladı. Her şeyi o kadar net hatırlıyordu ki... Oysa hiç yaşanmamış olduğuna uzun zaman önce inandırmıştı kendini. Aklının en kuytu köşesinde unutulmaya yüz tutmuş berbat bir anıdan ibaretti yaşananlar. Uzun zaman önce rüyalarından bile silmişti o korkunç yüzü. Ama görünüşe göre yıllar o adamın ne delicesine parlayan gözlerini, ne o iğrenç sesini, ne de yaptıklarını unutturabilmişti Johanna’ya. Attığı çığlıklar kulaklarında çınladı yeniden. Tanrı’nın bile unuttuğu o berbat kasabada kimse duymamıştı onu. Duyanlar kulaklarını tıkayıp duymazlıktan gelmişti. O kasabadaki herkes küçücük bir kızı vahşi bir ölüme terk etmişti.
“Sana ona dokunma demiştim!”
Gözlerini Valentinus’a odaklamıştı adeta. Çünkü kıpırdayamıyordu bile. Gözleriyle yalvarıyordu ona. Onu bu iğrenç adamdan kurtarması için. Valentinus’un ağacın altında duran asasın uzanmaya çalıştığını gördü. Korkudan gözlerini yeniden kapadı. Neden yaptığı her hatanın bedeli bu kadar büyük olmak zorundaydı. Çok mu şey istemişti ki? Sadece Valentinus’u istiyordu.
Adam yine o berbat ses notuyla konuştu. “Çok korktum bana ne yap-“
“AVADA KEDAVRA!”
Adam yere yığılır yığılmaz yerde kanlar içinde yatan Valentinus’a baktı. Koşarak yanına gitti. Kafasını ellerinin içine aldı. Durumu kötü görünüyordu. Ama yine de elinden bir şeyler gelmeliydi.
“Johanna-”
“Kendini yorma bir tanem. İyileşir iyileşmez konuşuruz.”
Bildiği bütün büyüleri denemeye başlamıştı. Neyse ki işe yarıyordu. Birkaç dakika içinde yaraları önemsenmeyecek hale gelmişti. Valentinus’un artık tek ihtiyacı olan şey dinlenmekti. Ve bir de... Johanna bunu hep inkâr etmeye çalışmıştı ama Valentinus’a zarar veriyordu. Johanna’yı korudu her saniye ölüme bir adım daha yaklaşıyordu. Ne olursa olsun gitmek zorundaydı.
“Benim yüzünden... Valentinus... Ben bu yükü daha fazla taşıyamam.”
“Sen uğruna ölmek istediğim tek kişisin. Sen benim hayatımın ta kendisin. Sen gidersen ben zaten ölürüm.” Valentinus’un gözlerinde ilk defa yaşlar görüyordu. O da anlamıştı her şeyi. Bittiğini ikisi de biliyordu. Aslında hiç başlamamıştı. Sadece kendilerini kandırıyorlardı.
“Sen de benim ölümüne sebep olmak istediğim son kişisin. Bakma öyle bana.”
“Sensizliği kaldıramam. Gitme desem. Bitmese, bitirmesen. Durdurabilir miyim seni.”
“Gitmeyi çok mu istiyorum sanki... Ama yapamayız. Olmaz. Görmüyor musun ne haldeyiz?”
“Sensiz nefes alamam.”
“Benim yanımda da olamazsın. Geri gelecekler. Hem de daha güçlü. Nereye kadar kaçabiliriz ki.”
“Gidecek misin?” Ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Ağlamayacaktı işte. Daha da üzmeyecekti Valentinus’u. Ama onu bırakıp gitme o kadar zordu ki... Ona hala delicesine aşıkken, her zerresiyle delicesine onu arzularken onu bırakıp gitmek bir insanın yapabileceği en zor şeydi. Valentinus’un ellerini avuçlarının içine aldı. Elleri bile o kadar kusursuzdu ki. Ellerini sıkıca tutup kaldırdıktan sonra öptü. Kurumuş azını zorlukla açabildi. Söylemek isteyeceği son şeyleri söylüyordu.
“Evet.” Valentinus ellerini Johanna’dan kurtardı. Çok üzgün görünüyordu. Bu da Valentinus’u bırakmayı her saniye daha da zorlaştırıyordu. Pamuk kadar yumuşak ve zarif ellerini Johanna’nın yüzüne götürdü. Gözleri yalvarıyordu adeta. Johanna bunu hak etmiş olmak için ne yapmış olabilirdi ki. Ne yaşanmışlık ne de yaşananlar onu bu sahne kadar üzebilirdi. Ama onun ölümüne daha fazla üzülecekti. İşte bu yüzden her şeye rağmen güçlü olmalıydı.
“Gitme.”
“Bir gün Tanrı’nın karşısına çıktığımda senin gibi birinin ölümüne sebep olursam bana en büyük cezayı verecektir. Sensizliği...”
Birbirlerine sarıldılar. Ondan ayrılmak istemiyordu. Onsuz yaşayamazdı. Valentinus bu hayata değer verdiği tek kişiydi. Cennetin en mükemmel mucizelerinden bile daha büyüktü ona duyduğu aşk. En zor şeyi yapmalıydı şimdi. Bir sevenin canını en çok acıtacak şeyi. Sevdiğinin gözlerinin içine bakarak gidecekti. Keşke başka bir yol olsaydı. Kaçabilselerdi keşke. Kimsenin onları bulamayacağı bir yere yerleşselerdi. Bir sahil kulübesi belki. Beraber balık tutarlardı. Geceleri küçük bir tekneyle denize açılırlardı ve birbirlerine sarılarak mehtabı izlerlerdi. Ondan ayrılmak isteyebileceği en son şeydi. Ama onun ölümünde sebep olmaktansa gitmeliydi.
“Son bir kez öp beni. Kokunu içime çekmek istiyorum. Canımı ne kadar yaksa da seni sonsuza dek unutmamak için...” Dudakları son kez birbirine değdi. Hala her ayrıntısıyla kusursuzdu. Bir tuvale resmedilemeyecek kadar zarif bedeniyle öylece duruyordu Valentinus. Lotus* kokan saçlarıyla o yaşlı gözlerini unutamayacaktı en çok. Gitmek çok zor olacaktı. Her saniye daha da zor oluyordu. Dudaklarını zorla çekti. Ya şimdi gidecekti ya da asla yapamayacaktı. Koşarak kapıya yöneldi.
“Bir gün seni düşünerek son nefesimi vereceğim güne kadar bekleyeceğim dönmeni.”
Johanna dönüp Valentinus’a sarılmayı o kadar istiyordu ki. Ama bunu yaparsa gidemeyeceğini biliyordu. “Özür dilerim.” diye fısıldadı ve gitti.
...
“Geri döneceğim sevgilim. Yine karanlık bir gecede tıpkı gittiğim gibi sessizce geri döneceğim. Zaten hiç ayrılamadım ki senden. Sakın ağlama. Sanma ki hissedemiyorum ıslak kirpiklerini. Yalnızca bekle beni kalbimin prensi. Yalnızca bekle... Gelmesem de...”
*Lotus: İnsanı sarhoş eden bir Afrika bitkisi.